Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk: Hedefimiz kadınların iş gücüne katılım oranını yüzde 41’e çıkarmak. (Anadolu Ajansı)
Facebook’da bir arkadaşımız, aileyi “Çökertme ve Feminizm Bakanı” diye bir başlıkla tanımlamış… Aslında bu başlık, çok isabetli seçilmiş; yapılmak isteneni de niyetleri de özetleyen bir mana taşıyor…
Özellikle sosyal medyada 6284 sayılı kanunu, olumsuz yönde eleştirenlerin gruplaşarak mücadele ettiğini görüyoruz…
Gerçekten bu kanun pratik uygulamada, kadını korurken erkeği mağdur edecek konumda… Burada insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına dikkat edilmediği ve de erkeğin haklarının ihmale uğradığı görülüyor… Özellikle bir kadının, hiçbir delil ortaya koymadan “taciz” edildiğini söylemesi evrensel hukuk kurallarına ve insan haklarına aykırı…
Hukukta hiçbir insan delilsiz suçlanamaz.
Üstelik delil yoksa suçlama da ortadan kalkar!..
Ceza muhakemesinde amaç; meydana gelen somut olayla ilgili maddi gerçeğe ulaşmak ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde olayın delillerle ispat edilmesini sağlamaktır. Kovuşturma evresinde delil, meydana gelen somut olayın ispatlanması ve hâkimin kanaati için gerekli olan ispat vasıtasıdır.
Aslında kadınları korumanın gereğine inanıyoruz, pratik hayatta kadınların erkekler karşısında bazı açılardan güçsüz kaldığı ve şiddete daha çok muhatap olduğu da bir gerçek… Yine de bu kanun, elden geçirilerek, biraz daha adaletli hale sokulabilir diye düşünüyorum…
Benim üzerinde durduğum konu, ailenin dağılmasının daha çok kadınların dışarıda çalışmasıyla ilgili olduğudur…
Toplumda, kadınların dışarıda çalışmaları artırıldıkça, kadına olan şiddet, boşanmalar ve aile problemlerinin aratacağına inanıyorum… Kadının dışarıda çalışmasıyla evdeki kocanın, çocukların ve de yaşlıların da ihmal edileceği kaçınılmaz olacaktır… Bu ihmallere pansuman çözümler üretmek de ikinci bir yanlış olacaktır!..
Aslında Aile Bakanlığının bu açıklamasının kaynağı, günümüzdeki Ak Parti iktidarıdır…
Bakanlık, sadece buna aracılık yapmaktadır…
Türkiye’deki aile politikasının yanlış ve doğruluğuna geçmeden önce Kadın-erkek statüsü ve ailenin tanımının yapılması lazım…
Bakanlık kaş yaparken göz çıkarmamalı...
Ülkemizde -Batı’da olduğu gibi- ne yazık ki materyalist bir sistem hâkim.
Her şeyin maddiyatla değerlendirilmesi de bu durumu açıkça ortaya koyuyor…
Maddiyat gerekli değil mi?..
Tabiî ki gerekli…
“Ekonomi, araç mı amaç mı?” İşte materyalist ve doğal dünya düzeni paradigması bu noktada ayrışıyor...
Globalizm, küreselleşme, sosyalizm, liberalizm vb. kavramların temel felsefesi, maddeyi hedefler… Bu tür materyalist paradigmalarda ekonomi, araç olmaktan çıkarken insanlar araç olmaktan kurtulamazlar…
18 Ekim 2018 - Saygın tıp dergisi Lancet'in araştırmasına göre Türkiye, sezaryenle doğumda Avrupa'da birinci sırada yer alırken dünyada da 4. sırada…
Neden doğal olmayan sezaryen doğum tercih ediliyor?..
Ya da bu doğum yöntemini aileler mi istiyor, doktorlar mı teşvik ediyor…
Bize göre, özel hastanelerin para tutkusu, tercihlerin başında gelen ana unsur… Hasta yerine, müşteri olarak kabul ettikleri insanlardan daha fazla para almak için -birçok gereksiz ameliyat gibi- sezaryen de çoğunlukla gereksiz yere uygulanmaktadır…
Materyalist sistemlerde, insan bir araç gibi kullanılmaktadır…
Bir şehirde mezarlıklar, tuvaletler ve su parayla satılacak duruma gelmiş ise o şehir, materyalist kıskaca alınmış demektir. Bu tür maddeyi önceleyen sistemlerin felsefesi, insanları da şehirleri de olumsuz yönde etkilemektedir…
Bu tür şehirleşmelerde, çevre katledilir; betonlaşmalar çoğalır, insanlar ekonomik hamallara dönüştürülür…
Nefes alacak geniş parklar yerine, göz boyayacak butik parklarda ucuz plastik oyuncak aletlerle çocuklu aileler tatmin edilmeye çalışılır…
Kalitesizlikten kırılan bu park malzemeleri de çocuklara tehlikeler oluşturmaktadır…
Kitle ulaşım vasıtalarında bile -mezbaha arabalarında çengele asılı etler gibi- kancalara güçlükle tutulan insanlar, materyalist ekonomiye araç olmak için yolculuk yapar…
Bu tür materyalist araçlarda minibüslerin, otobüslerin insanca oturacak koltuklarının çoğu sökülerek, ayakta yolcu taşımak adet haline gelmiştir… Ayakta olanlar kadar oturanlar da rahatsızdır… İnmelerde ve binmelerde ise bir felaket yaşanır…
Hele inerken bazen sıkışarak bir durak daha ileride inmek gibi sürprizler de pek garipsenmez… 10 kişilik minibüse 25 kişi, 40 kişilik otobüse 80-100 kişi binmesi yadırganmaz… Yeter ki ulaşım sağlansın, herkes iş yerine ulaşsın veya tek parça halinde evine dönebilsin… Ulaşımda bu kaostan iki katı haksız para kazananlar da gözden kaçırılır…
Bir ülkede, eğitimi, sağlığı, adaleti, kültürü, siyaseti para belirler hale getiriliyorsa o ülkede, sosyal kaliteyi yakalamak söz konusu olamaz…
Bu azgın materyalist felsefe, erkekleri de kadınları da çocukları da vurmaktan kaçınmaz…
İşte bu noktada, ailelerin çok iyi korunması gerekiyor… Aksi takdirde ailedeki çöküş, ülkede felakete sebebiyet verecektir…
Bir ailede sadece ekonomik gelişme hedefleniyorsa, manevi değerler giderek gözden çıkarılmaktadır…
Ülkenin çöküşü aileden başlar…
İnsanlar elde ettikleriyle mutlu olacaklarına, elde etmedikleriyle neden mutsuz oluyorlar ki?.
Nedense maddi çıkarlar uğruna harcadığımız değerleri hiç aklımıza getirmiyoruz…
Aile fertlerinin olumsuz etkilenmesinin sebeplerini biraz da kendimizde aramamız gerekmiyor mu?.. Aslında bu olumsuzlukların hepsinde fertlere yüklemek de yanlış; çünkü siyasi sistemin bizlere hazırladığı zeminde bizler rotamızı belirlemek zorunda kalıyoruz…
O halde, başta yöneticilerimizin, aile konusunda ülkemizi güçlü kılacak paradigmalar oluşturması lazım. Bunu yaparken de ülkemizin özellikleri ve değerlerimizin de korunması icap eder…
Avrupa’ya özenerek, kadınları sokağa sürmemenin vebali çok büyük olmaktadır…
Günümüzde, kadına şiddet ve boşanmaların artması; ailelerin dağılması ve aile fertlerinin sorunlarının artması ve de erkeklerin işsiz kalmasının önemli bir sebebi de kadının dışarıda çalışmasıdır…
Bir ülkede kreşler ve huzur evlerinin çoğalmasını "olumlu gelişme" olarak tanımlamak, konuya tersinden bakmaktır…
"Çekirdek aile"de yaşlılara yer yoktur.
Ne yazık ki eskiden bir baba, zor zamanlarda dört çocuğunu bir odada bakar da dört çocuk bir anneyi ve babayı evinde bakmayı göze alamaz…
Materyalist anlayış: “Annen ve babam ziyarete gelebilir ama evinde uzun zaman kalamaz” diyor… "Çünkü yaşlılar, sizin sosyal hayatınıza ayak bağı olur!.." diyor…
- Al sana huzur evi, hanımını da dışarıda çalıştır, çocuk mu var; tamam, hallederiz al sana kreş…
Anne ve babanın en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda ona karşı fedakârlık yapmak yerine, dışarıda çalışmak uğruna huzur evine gönderiyorsunuz…
Oysa, o anne-baba, sizin çocuklarınızı da parklara götürüp gezdirebilirler; çocuklarınıza sıcak bir ilgi ve sizin veremediğiniz şefkati de verebilirler…
Ha, siz çocuklarınızı da kreşe götüreceksiniz ve parayla tutulmuş bakıcılara, göz bebeğiniz çocuklarınızı teslim etme cesaretini de gösterebilirsiniz…
Batı toplumlarında, özellikle Avrupa’da kadının çalışma hayatına sürülmesiyle aileler yalnızlaştırılmıştır…
Ne yazık ki aynen Batı toplumunu taklit etmekteyiz…
Bu anlayış, çıkmaz bir sokaktır!..
Ne yazık ki daha önceki yönetimlerin başlattığı bu yanlış anlayış, günümüzde de devam ettiriliyor…
Bakanımızın daha fazla kadını, ekonomi uğruna dışarıda çalışmaya itmesinin olumsuz sonuçları olacağını ikaz etmek zorundayız…
Bakanlık, dışarıda çalışma oranını yüzde 41’e çıkaracakmış…
Peki kadın, mali olarak daha fazla ekonomik kazanç mı elde edecek?..
O halde ekonomik hesaba bir bakalım…
Kadın dışarıda çalıştığında, daha fazla yol parası verecek, daha çok elbise ve ayakkabı eskitecek; yemeğe, çocuk bakıcısına para verecek vb. harcamalar yapacak…
İstisnalar hariç, kadınlara erkeklerden daha az para veriliyor, üstelik bazen uzun çalışma sürelerine de tabi tutuluyorlar…
Genelde kadınlara da asgari ücret verildiğini biliyoruz…
Kadının alacağı aylık, kendi giderlerini karşılayacak mı?..
Diyelim ki ucu ucuna karşıladı; peki, ne kadarını artırabilecek?..
Yol sıkıntıları, iş sıkıntıları ve ihmal edilen aile fertleri bu koşturmacaya değecek mi?..
Sayın bakanım! Kadınlar evde çalışmıyorlar mı?..
Kadın ve erkek farklılığının bize tanıdığı doğal alanları iyi tespit etmeliyiz.
Ailede iş bölümü yapılırken, sadece görünen bedensel yapımız değil, hormonlarımız ve psikolojik yapımızın da görevimize etkisi olduğunu unutmamalıyız.
Bu yapıyı hiçe sayan zorlamalar, aile huzurunu da tehlikeye sokabilir. Aslında, mutluluk ve huzur sadece paraya dayalı bir unsur da değildir. Birçok ekonomik açıdan zengin insanın, mutlu olamaması veya huzursuzluk çekmesinin sebeplerini sadece ekonomik gelişme ile açıklamak çok da doğru değil.
Ailede iş bölümü yapılırken kadın ve erkeğin biyolojik ve psikolojik yapısı ihmal edildiğinde, çıkacak problemlerin sürpriz olmayacağı gerçeğini anlamak zorundayız.
Bir kadının evde yaptığı önemli işleri yok saymak ne kadar doğru olabilirdi?
Neden kadının dışarıda çalışması teşvik ediliyordu ve de ev hanımları neden hafife alınıyor?
Oysa, ev hanımı dediğimiz bir kadın evde en az 5 - 6 profesyonel meslek icra etmektedir.
Ev hanımlarının başta aşçılık olmak üzere, çamaşır, ütü, temizlik, çocuk bakımı, sağlık, alış-veriş, vb. görevleri üstlenmesi, kocasının kazancından daha fazla evine ekonomik kazanç sağlıyor…
Kadınların evde yapmış olduğu aşçılık bile, kadının ev dışındaki çalışmasından daha fazla bir ekonomik katkı sağlamaktadır… Buna rağmen her şeyin tersine çevrildiği günümüzde, toplum mühendisliğinin telkinleriyle ev işleri ve ev kadını sıfıra indirgenmeye çalışılıyor…
New York’ta yapılan bir araştırmaya göre:
ABD’de ev kadını bir anne, bakıcı, aşçı, psikolog ve üstlendiği diğer görevler de göz önünde bulundurulursa yılda yaklaşık 138 bin dolar maaş alması gerekir… (Bu haber televizyonlarda Mayıs 2007’de yayınlanmıştır.)
(Salary.com araştırmasını, 26 bin ev kadını anne ve 14 bin çalışan annenin katılımıyla gerçekleştirdiğini açıkladı.)
Nedense, ülkemizde “Ev hanımlığı” alt düzey bir konum olarak algılanıyor ve kadının dışarıda çalışması teşvik görüyor.
Hatta soru ve cevaplarımızda bile bu anlayışa hizmet vermek yanlışlığıyla karşı karşıya bırakılmaktayız.
”Hanımınız çalışıyor mu?..“ Cevap: "Hayır.”
Bu tuzak bir sorudur…
Dikkat edildiğinde, bu soruda ve cevaptaki kelimelerin yanlış seçilmesi, toplum mühendisliğinin bir sonucudur.
Giyim ve kuşamlarımızı belirleyen ve toplumu yönlendiren odaklar, kelimelerimizi nerede nasıl kullanacağımızı da bizlere ezberletmişler.
Yukarıdaki soruya verdiğiniz “Hanımım çalışmıyor” tarzındaki cevaplar, bizi yönlendiren ezberlerden başka bir şey değildir…
Bu tür yaygınlaştırılmış cümleleri düşünmeden kullanmak, toplum mühendislerinin ideolojik tuzaklarına katkıda bulunmaktır…
Bu cümlenin anlamı, ev hanımlarının akşama kadar hiç iş yapmadan evde oturdukları anlamına gelir…
Ne dediğimizin bazen farkında bile olmuyoruz… Kısacası, ezberlerimizi bozamaz hale getirildik.
Oysa evde görev üslenen kadın, aileye maddi ve manevi büyük katkılar sağlamaktadır.
Ev hanımlarının oluşturduğu katma değer ve toplumsal verimliği arttırmadaki rolü inanılmaz boyutlardadır.
Milli hâsılada gösterilemediği halde (ölçümü yapılmadığı için) bütün dünya ülkeleri, kadınların evde yaptığı işlerin, mal ve hizmet üretiminde ilk sırada olduğunu kabul etmektedir.
Bir kadının maddi olarak aileye sağladığı gelir, dışarıda kazanacağından daha fazladır.
Üstelik, kocası ve çocuklarına karşı verdiği hizmetin aile bütünlüğüne sağladığı katkılar inkâr edilemeyecek kadar büyüktür.
Kadının hem dışarıda hem evde görev yapmasının, kadına yapılan bir haksızlık olduğu da bir gerçek.
Bu yüzden sayın bakanımızın, kapitalist sistemin emellerine kadının araç olmasının getireceği aile problemlerini de iyi hesap etmesi gerekiyor…
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com