?>

Azerbaycan

Emrah Bekçi

3 yıl önce

“Türk Dünyası” dediğimiz coğrafyaya “Türk’ün Yaşadığı ve Türkçenin Konuşulduğu Her Yer…” diyebiliriz. Yani ‘Turan’ coğrafyası. İşte bu güzel yurtlardan biri de Azerbaycan.

Azerbaycan, jeo-stratejik konumu, tarihi, kültürü, çekmiş olduğu çilesi ile Anadolu coğrafyasında yaşayan ve her tüten ocağın sofrasına kardeş, sevinç, hüzün, evlat, yeri geldiğinde ise zalime inen ‘demir yumruk’.

Azerbaycan demek, bu yazıyı kaleme alan ben, okuyan sen, atalarımız Oğuz Türklerinin 10. Asırda otağını kurup “Diyar-ı Rum’a” yapacakları akınları ve fütüvveti planladıkları coğrafya. 

Azerbaycan tarihi, doğru okuyanlar için “Turan’a” açılan kapıyı: “Haydi gardaşım beraber yürüyelim Turan’a!” dercesine büyük ülküye davet eden kut’lu bir kardeşin daveti.

Nesli Oğuz Türk’ü olan her can, mutlaka Azerbaycan için kaygılanmış; Azerbaycan’da bulunan kardeşleri ile ağlamış, onlarla gururlanmış, gülmüş, hayaller kurmuştur.

Sözün kısası Azerbaycan demek Türk’ün yaşadığı her coğrafyada aldığı nefesin yarısı demek…

Bizler, Türk Milleti olarak dünya tarihine göz gezdirdiğimiz vakit, hep merhamet edici, yardımda bulunan, adaletli davranan, aşımızı paylaşan asil ve aziz millet olmuşuz. 

Bu asaleti halen hem genetik hem de ruhumuzda muhafaza ediyoruz. Ama, her vakit yapmış olduğumuz bu iyilikler ve merhamet karşısında, nankörlük, kötülük, iyi niyetimizin suiistimal edildiğine şahitlik ettik-ediyoruz. 

Küreselleşen dünya düzeni, emperyalist devletlerin ve milletlerin, günümüzde yaşadığımız coğrafyaya yönelik, tebessüm ettikleri çakal çehrelerinin arkasında gizledikleri ülküleri bulunmakta. 

Bu hedefleri, Anadolu dahil olmak üzere Batı Asya-Orta Asya’dan Türk varlığını asimle etmek ve silmektir. 

Tüm bu ülkülerine okyanus ötesi ülkelerde kurmuş oldukları şirketler, bankalar, sivil toplum örgütleri, kiliseler, diasporalar ile ulaşmaya çalışmaktadırlar.

Tüm bu çalışmalarına ve düşüncelerine, bankalarını finansal kaynak, şirketlerini bankalarının kasalarını doldurmak için ticaret, sivil toplum örgütlerini medyayı maniple etmek için vasıta, diasporalarını mikro milliyetçilik yapmak için enstrüman, kiliselerini ise işlemiş oldukları günahları temizlemek için bir organizasyon olarak düzenlemişlerdir.

Kısacası Türk coğrafyası ve milletinin karşısında sözde hümanist, özde ise insanlığın ilk çağından günümüze kadar sadece modern olarak evrimini tamamlamış, ruhen antik ve vahşi ruhlu, aç gözlü beşer yığını bulunmakta.

Günümüzde biz bunlara ABD, AB, RF, ÇİN, Anadolu ile Azerbaycan arasında Hayk’ın soysuz nesli Ermenistan (Dağ İnsanı), Arap coğrafyasında Taif’te, Peygamber taşlayan barbar Araplar, Bağdat’ta Yahudileşmiş Babil artıkları, Pers diyarında Zerdüşt’ün havarileri (İran), Kudüs’te Osmanlı’yı arkasından hançerleyen bedeviler vs. diyebiliriz.

Bir dünya hayal ediniz Müslüman Türk’e düşman…

İşte o dünya günümüz dünyası!

Devletleri ve milletleri kendi misakları dışından en iyi tanıtan vasıtalar, diasporalar ile kültür, sanat faaliyetlerdir.

Günümüzde iletişim, patlayıcı silahtan daha güçlü bir silahtır. 

Patlayıcı ile ancak küçük bir zayiat verebilirsiniz, iletişimle büyük bir coğrafyanın ekonomik, kültürel, hatta yeni yetişecek neslini kendinize entegre edebilirsiniz. 

İletişim ve içeriğinde kullandığınız amacınıza uygun materyaller işinizi hızlandıracaktır.

Konumuz olan Azerbaycan’a gelecek olursak, dünya gündeminde toprakları, hakları elinden gasp edilmiş, kendisine yapılan bu haksızlık karşısında uluslararası camiada durumunu anlatmaya çalışmış, ama tam olarak muvaffak olamamıştır.

Netice itibari ile sabrın tükendiği bir zaman diliminde “…Uslanmayanın hakkı kötektir…” sözü mucibinde, kendi göbeğini kendi kesip kaderini tayin etmiş, ülke içerisinde geleceğini oluşturacak balalarına umudun temellerini atmıştır.

Azerbaycan’a 2010 senesinde gitmiştim. 11 sene geçmiş aradan. 

Bakü’de “Kız Kalesi”ni gezmiş, Hazar Denizi kenarında reçelle çay içmiş, Şeyh Şamil’in atıyla geçtiği Zakatala’ya ziyarette bulunmuş, ‘Lezgiler’le oturmuş, fındık bahçeleri arasında tarih dinlemiştim. 

Azerbaycan’ı yakından görünce Oğuz Yurdu olduğunu, okuduğum kitaplar haricinde etüt etme imkânım olmuştu.

Seneler 2015 yılına geldiğinde Ermeni Diasporasının ve Türkiye’deki zevzek entelektüel uzantılarına cevap olarak “Türkiye Kamu-Sen”in yayınları arasında bulunan “Ermeni Yalanları Çığlık” kitabımı kaleme aldım. 2015 senesinde çıkan kitabım, 100. Senesinde Ermeni Diasporasına inen demir yumruk gibiydi. 

Yine aynı tarihlerde, Türk Edebiyatının önemli kalemi sayın Abdullah Ayata ile tanıştım. 

Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inandığım için, Abdullah Ayata’nın şahsıma katkı sağlayacağını biliyordum. Sayın Ayata’nın “Anılarda Son Ermeni-Muhbir Mehmet” iki eseri Anadolu’da yiğit bir Oğuz Türkü vicdanının kaleme aldığı muhteşem eserlerdi.

Eserlerin arasında bulunan “Anılarda Son Ermeni” isimli kitabı, uzun metraj film senaryosu haline getirdim. Dosyayı Kültür Bakanlığı’na sunduk. Eser bu hali ile kalmayıp, ABD’de yaşayan Emre Serbest kardeşimizin kurmuş olduğu yayın evinden İngilizce olarak basılarak tüm dünyaya servis edildi. Kendisinden Rabbim razı olsun.

Film senaryosu yaptığım “Anılarda Son Ermeni” eseri, Türkiye başta olmak üzere dünyanın birçok yerine, senarist, yönetmen, televizyon programcısı yetiştiren, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Radyo Televizyon Bölümü Öğretim Görevlisi ağabeyim Memduh Yağmur’un engin tecrübelerinden yararlandım. Kendisine buradan teşekkürü bir borç biliyorum.

Burada bahsetmiş olduğum “Anılarda Son Ermeni” eseri ve senaryosu Azerbaycan diasporası için hem Türk Dünyası hem de uluslararası alanda Azerbaycan diasporasının elini güçlendirmesi için büyük bir sanat eseri olduğunu belirtmek isterim.

Günümüzde yazar sayın Abdullah Ayata vasıtası ile tanışmış olduğum Gülnare Cemaleddin hanım, Hafız Eynullayev bey Azerbaycan’da kültür sanat, televizyon, senaryo konularında büyük çabalar gösteren, Türkiye ile Azerbaycan arasında sağlam köprüler kuran gönüllü elçilerimiz. 

Gülnare Cemaleddin hanım, Hafız Eynullayev beye çalışmalarında başarılar diler, Türkiye-Azerbaycan ortaklığı ile dünya sanat ve kültür camiasında ses getirecek eserlere önem vermelerini, Azerbaycan’ın sesinin gür çıkmasının vasıtasının devlet kurumlarının bu sahaya önem verip maddi destek sağlamalarının gerektiği kanaatindeyim.

Azerbaycan deyince üç kişiyi daha atlamadan geçemem. Bunlardan biri, Prof. Dr. Hanım Halilova (Hanım Annem-Türk Kadını isimli eserinde dipnot bölümü şahsımın araştırma kaynakları yer almaktadır.) ikinci kişi ise Cebiyeva Aygün Akifkızı’dır (Şair, felsefeci, yazar). Bir de sanatın müzik alanı vardır. Bu alanda Almanya’da sanatını yürüten, ama Azerbaycan’ı hiç unutmayan eserlerinde yer veren kardeşim Mehmet Borukçu vardır. Buradan bu değerlerimize selam eder, çalışmalarında başarılar dilerim.

Bizler bir millet iki devletiz. Kardeşiz, canız, birbirimize yeter, düşmanlık edene ise demir yumruk gibi ineriz…

Selam, Saygı, Sevgilerimle…

.

Emrah Bekçi, dikGAZETE.com

-Yazar / Yönetmen-

YAZARIN DİĞER YAZILARI