Bozkır kasabasından modern bir başkent yaratmak hiç de kolay olmadı. İstanbul’dan sonra Ankara’ya gelmek bir çoğu için balığın karaya vurması gibiydi.
Hatta şair milletvekili Yahya Kemal Beyatlı'nın İstanbul'u övmek maksadıyla "Ankara'nın en güzel yanı İstanbul'a dönüşüdür" dediği anlatılır.
Ankara, “Bozkır Kasabası”ndan Başkent’e kolay dönüşmedi!..
Toplumbilimcilere göre, Kentleşme süreci; sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak, kent sayısının artması ve kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, iş bölümü, uzmanlaşma yaratan, insanların davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim sürecidir.
Belki de bu nedenlerle “Kentleşme”, kırsaldan kentlere nüfus göçünü anlatan, salt bir nüfus hareketi olmadığından Kentleşme, toplumsal, ekonomik ve kültürel boyutları içinde, çok daha geniş bir değişim olarak algılanmalı.
Çünkü kentleşme, aynı zamanda bir toplumsal değişme sürecidir.
Bu toplumsal değişime, literatürde 'Kentlileşme' deniliyor. Kente göç eden nüfusun yeni koşullara uygun ilişkiler biçimi geliştirerek kentin bir öğesi olma, toplumsal değişme, uyum ve bütünleşmesidir.
Kentlileşme, kente göç edenlerin ve kentte yaşayanların, kent toplumunun değer-norm sistemini, kentli insanın düşünme, davranış biçimlerini ve giderek yaşama biçimini benimsemesi Ankara örneğinde hiç de kolay olmadı.
İmparatorluk’tan “Ulus Devlet”e geçişte beslenme alışkanlıklarının değişmesi…
Cumhuriyet’le birlikte, yemek kültürünün de değişimi kaçınılmazdı.
Ankara’da yabancı elçiliklerin, diplomatların, gazetecilerin, milletvekillerinin, bürokratların beslenme alışkanlıklarına uygun aşevi formatından farklı lokanta eksikti.
Yeni başkentin Ankara’ya taşınması ve kentin modern bir Cumhuriyet kenti olarak inşası, rejimin somut bir başarısıydı. Acaba aynı başarı, toplumsal ve kültürel alanda yaşanabilecek miydi?
Batı tarzı yaşama biçiminin model alındığı Cumhuriyet modernleşmesinde, modern bir toplum ideali, bir “Proje” olarak belirlenmişti.
Ana hedef ise yukarıdan aşağıya, reformist bir hareket olarak uygulanan 'Modernleşme'yle çağdaş ulus-devletlere denk bir kültürel ve politik yapıya ulaşmak.
Modernleşme, topyekun bir değişim içeriyordu. Bozkırın ortasındaki Ankara, elit Türkler’i dahi memnun etmekten uzak, ortaçağ kasabası görünümündeydi.
-Ankara Kalesi ve Bent Deresi, 1929 yılı…-
Ankara, yemek kültüründe Orta Asya ve Anadolu topraklarının sunduğu ürünlerdeki çeşitlilik, uzun bir tarihsel süreç boyunca birbirinden farklı birçok kültürle yaşanan etkileşimin izlerini görmek ve tatmak mümkündü.
Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorlukların saraylarında gelişen yeni tatlar, Ankara mutfak kültürünün yeni yapısını kazanmasında nasıl rol oynadıysa Avrupai tatlar da etkiyi gösterdi.
Beslenme şekli, alışkanlıklar, tüm bunlarla iç içe olduğundan; yemek malzemesi, yemeğin sunuluşu, servisi de yeni süreçten nasibini aldı.
TBMM’nin ilk yıllarında Taşhan…
Cumhuriyet’in ilk 25 yılında yeme-içme, kültür-sanat piyasasını belirleyen bazı mekanların başkent kültürünün oluşumunda etkisi yadsınamaz.
Ankara’da siyaset, eğlence ve yaşamın kesiştiği üç yer; Ankara Palas Oteli, Karpiç ve Süreyya idi.
Ankara, TBMM Hükümeti’nin ilk yıllarında, tarihi Taşhan’ın dışında Ankara’da doğru dürüst yemek yenilebilecek bir yer bulmak neredeyse mümkün değildir.
Taşhan’ın hikâyesi…
Taşhan, Ankara Ulus Meydanı'nda 1895-1902 yıllarında Ankara Valiliği görevini yürüten Abidin Paşa'nın mektupçusu İsmail Hakkı Bey tarafından inşa edilmişti.
1892 yılında Ankara şehrine demiryolu geldikten sonra, İsmail Hakkı Bey, Taşhan’ı yaptırdı. 1928 yılında, burası “Taşhan Palas Oteli” (bir diğer ismi “Hotel d’Angora) olarak faaliyetini sürdürüyordu.
Öyle ki Taşhan’dan dolayı Ankara Ulus Meydanı'nın adı bir zamanlar ‘Taşhan Meydanı’ olarak anılıyordu.
Kurtuluş Savaşı döneminde, hastane olarak kullanılan bina, savaş sonrası “Taşhan Palas Oteli” adıyla 1933 yılına kadar konaklama tesisi olarak hizmet vermiştir.
Meclis’in Ankara’da kurulmasıyla yıldızı parlayan Taşhan, Ankara’daki toplu konut projelerinin daha gerçekleştirilmediği erken cumhuriyet döneminde mebusların tercih ettikleri bir otele dönüştü/dönüştürüldü.
İki katlı 100 odalı handa, Ankara’ya gelenler binek hayvanlarıyla konaklayabiliyordu.
Milletvekillerinden Taşhan’da yer bulabilen kendisini ayrıcalıklı görmekte haklıydı, çünkü Ankara şartlarında en lüks yerde kalıyordu.
Bu mekânda kalan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk dönem milletvekillerine, genellikle sabah kahvaltısında zeytin, peynir, tereyağı ve Ankara Balı ile süt veriliyordu.
Öğle olduğunda Fasulye Pilâkisi, Talaş Kebabı, Tel Kadayıfı servisi yapılıyor, akşamları ise Tarhana Çorbası, Tas Kebabı, Pilav ve Üzüm Hoşafı lüks yemek listesini süslüyordu.
Taşhan’ın sahibi kimdi?
İstiklal Savaşı döneminde Taşhan'ın sahibi; Keskin Kaymakamlığı da yapan İsmail Hakkı Bey’in oğlu Cemal Bey’dir.
İstanbul Mülkiye mezunu Cemal Bey, babası gibi, kaymakamlık yapmıştı. Komünist şair Suphi Taşhan, Cemal Taşhan'ın oğludur.
-Suphi Taşhan-
Suphi Taşhan, Komünist olduğu gerekçesiyle Niğde'ye sürülen şairler arasındadır. “MAH/MİT” tarafından sürekli takip edildiği biliniyor.
Arkadaşlarına göre; “İri cüsseli Suphi Taşhan, entelektüel gerçek komünistlik kimliğini kimseye kaptırmayan biri”dir.
Aile, Cemal Bey’in ölümü ve İş Bankası’na olan kredi borçları nedeniyle Taşhan’ı 1933’de Sümerbank’a satmak zorunda kaldı.
Belki de Suphi Taşhan’ın Komünistliği bu olayla başlamış olabilir.
Taşhan, 1936’da istimlak edilerek yıkıldıktan sonra yerine Sümerbank Genel Müdürlük Binası yapılmıştı. Günümüzde bu bina Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’ne devredildi.
-Ulus Meydanı, Gazi Heykeli (İş Bankası ve Sümerbank)-
Taşhan’ın yıkılmasına karşı çıkanlar da oldu. Ankara’da imar planlaması çalışmaları yürüten Alman mimar ve şehir plancısı Hermann Jansen yıkılmamasını, korunmasını savunmuş, dönemin müteahhit zihniyetli bürokratlarına söz geçirememişti.
Kaderin cilvesine bakın ki Taşhan’ı, sahibi borcunu ödemediği için istimlak edip yıktıran İş Bankası yönetimi, ilk yeri Taşhan’da olan “Baba Karpiç’e yüklü kredi vermişti.
Ankara’nın taşına, Karpiç Usta’nın aşına bak!..
Taşhan’ın sahibi Cemal Bey’in İstanbul Tepebaşı’ndan getirdiği “Karpiç Baba”, Ankara’nın ilk “Asrî Lokantası”nı Ulus Meydanı’nda, Taşhan’ın iç avlusuna bakan bölümünde hizmete açmıştı.
-Karpiç Baba'nın efsane lokantası…-
Ankara’da Taşhan’ı modern bir otele dönüştüren Cemal Bey, Karpiç’e otelin alt katında, 'Asri bir lokanta' açması için teklifte bulunur.
Ancak Cemal Bey’e “Karpiç” ismini öneren gazeteci Falih Rıfkı Atay’dır. İstanbul Tepebaşı’ndan tanıdığı Georges Karpovitch’in Ankara’ya davet edilmesinin başkentin çehresini değiştireceğini söyler.
-Falih Rıfkı Atay-
Aslında Georges Karpovitch-Kevork Keçeciyan ismini, Falih Rıfkı Atay’ın kulağına fısıldayan Mustafa Kemal Paşa’ydı; Karpovich’i, İstanbul'daki istihbarat faaliyetlerinden dolayı biliyordu.
Hanın iç avlusunda bulunan dönemin ilk modern lokantası Karpiç, 5 sene boyunca hana komşu mekânda hizmet verir.
Sosyal hayatın Meclis çevresinde döndüğü o dönemlerde Taşhan Palas Otel ve Karpiç Lokantası dışında Millet Bahçesi, Merkez Kıraathanesi gibi mekânlarla birlikte Ulus, şehrin çekim merkezidir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Ulus çevresinde eğlence yeri sayılabilecek kullanımlar çok azdır: 1925 yılında, Bankalar Caddesi'nin Ulus'la birleştiği yerde "Fresko'nun Barı", 1926'da ise "Elhamra Bar" gibi. Bar türü eğlence yerlerinin gelişimi, 1926 yılında Çankırıkapı Caddesi'nin genişletilmesinden sonradır.
Cadde, zamanla Ankara'nın başlıca eğlence merkezine dönüştü. Ancak bu tür avami eğlence yerlerinin, üst düzey bürokratlar ve entelektüellerin gitmesine pek uygun olamaması nedeniyle daha farklı bir mekâna ihtiyaç vardır.
Emirle İstanbul'dan getirilen "Baba Karpiç"in, 1928'de önce Taşhan avlusunda açılan ve sonra Belediye Dükkânlar Sitesi’ne taşınan "Karpiç" lokantası ile bu gereksiniminin karşılanması amaçlanır.
1928 yılında ise, "asrî" baloların verileceği, Cumhuriyet’in kadroları ile yabancı ülke temsilcilerinin sık sık gelebilecekleri “Ankara Palas” (günümüzde Devlet Konukevi) tamamlanır ve hizmete girer.
Georges Karpovitch - Kevork Keçeciyan kimdir?
Kimine göre Beyaz Rus, kimine göre Gürcü, kimine göre Ermeni, kimine göre İran kökenli bir Ermeni. Ama tüm bilgi aktarıcıların mutabık kaldığı husus, 1917 Bolşevik Devrimi sonrasında Rusya'dan ayrılan göçmenlerden olduğudur.
Kevork Keçeciyan’ın Harput Hüseynik’te tüccar kasaplar arasında ismi geçmektedir.
Ermeni Tüccar kasaplar, atlarla Bingöl, Mardin, Urfa ve Nüsaybin’e kadar gider, Kürt ve Araplar’dan koyun ve eril keçi sürüleri satın alır, çobanlar yardımıyla bu hayvanları Harput ve Mezire’ye getirip yerel pazarda satarlardı.
Daha sonra Azerbaycan’a giden Kevork Keçeçiyan, burada George Karpovitch adını kullanır. Hatta onunla ilgili belgelerde “Doğum yeri ve yılı Bakü 1878” olarak belirtilir. Bakü’de Margarit’le evlenir. Çiftin Aram ismini verdikleri çocukları İstanbul’da doğar.
Hazar Gölü kıyısındaki petrol kuyularında işçi, sonra da komisyoncu olarak çalışan Georges Karpovitch ve ailesi 1917 Bolşevik Devrimi gerçekleşince Rusya’dan deniz yoluyla İstanbul'a intikal eder.
Georges Karpovitch, gerçek adı Kevork Keçeciyan'dır. Oğlu Aram yirmi yaşında tüberkülozdan ölür.
Genç yaşta kaybettiği oğlu Aram, Ankara’da tasarımını Alman mimar Martin Elsaesser'in yaptığı, 1935’te açılan Cebeci Müslüman mezarlığında defnedilen yegâne Hristiyan’dı ve mezarı üstünden çiçek demetleri hiçbir zaman eksik olmazdı.
Falih Rıfkı Atay, İstanbul’dan tanıdığı ve Ankara’ya gelmesine aracılık ettiği Karpiç’i şöyle anlatır;
“Çoluğu çocuğu, ailesi, nereden gelip nereye gittiği belli olmayan bir adamdı.
Ne doğru dürüst Türkçe, ne de lokanta müdavimleri arasında yaygın dil olan Fransızcayı konuşabilirdi. Ancak herkesin sırrını bilir, kimseye açmaz, ayrıca kimseyle de fazla samimi olmazdı. Fukaraya lokantanın bir köşesinde yemek verirdi.
Türk olmayan yabancının Ankara sokaklarında bile yadırgandığı günlerde, onu bir lokanta açmak üzere bizler davet etmiştik. Yeni Türkiye’nin başkentinde aşçı dükkânı devrini o kapatmıştır. Servis terbiyesi gördüğümüz ilk lokanta onunki idi. Karpiç cömert ve efendi bir insandı.
İçki ve mezeler ikinci sınıf fiyatınaydı ama Karpiç’in mekânı hiçbir zaman meyhane havasına girmemiştir. Müşteriler Karpiç’in dostu idi. Doğru dürüst ne Fransızcası, ne de Türkçesi vardı. Ama onunla anlaşamayan da yoktu.”
Georges Karpovitch- Kevork Keçeciyan, “Mütareke Yılları”nda Türk İstihbaratı’na çalıştı…
Georges Karpovitch gerçek ismiyle Kevork Keçeciyan, İstanbul’a geldiğinde Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi'ne paralel giden Meşrutiyet Caddesi ile Tarlabaşı Bulvarı'nın devamı olan Refik Saydam Caddesi arasında kalan Tepebaşı semtinde lokantacılığa başlar.
İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Kurmay Üye, Askeri Ataşe Harron Armstrong, işgal yıllarında İstanbul’u şöyle anlatır:
"Müttefikler paraları bol bol harcıyorlardı. Kahveler, lokantalar, dans yerleri önceleri Almanlar namına çalışıyorken şimdi Müttefikler adına işlemeye başlamıştı.
Kara gözlü Rum ve Ermeni kızları bütün dikkatlerini İngiliz ve Fransız askerleri üstünde toplamıştı. Bunlar «kurtarıcı, kahraman, galip» sıfatıyle hareket ediyorlardı.
Bunları beğenip tutanlar da feslerini bir yana asıyor ve şapka giyiyorlardı. Onların gözü ile artık Türkiye diye bir şey kalmamıştı. İstanbul’un hayatında neşe, günah ve eğlence pek boldu. Kahveler içki ve dansla dolu idi. Kimse vatanını düşünmüyordu."
Belki görüntü bu şekildeydi ama Ankara Hükümeti adına istihbarat toplayan, Boğaz yoluyla Millî Mücadele için Anadolu’ya silah kaçırmaya çalışanlara yardım eden Ermeni vatandaşların sayısı da az değildi.
Söz konusu sevkıyat işlerinden sorumlu Karakol Cemiyeti ve Mim-Mim Grubu bünyesinde birçok gayrimüslim yer alıyordu.
İşte bunlardan biri de Georges Karpovitch gerçek ismiyle Kevork Keçeciyan'dı.
Pera halkı, Rus yemeklerini; ilk olarak Georges Karpovitch gerçek ismiyle Kevork Keçeciyan daha sonra Atatürk’ün isimlendirmesiyle Karpiç’in 1921’de "Pera House” veya halk arasında “İngiliz Sarayı” denilen günümüzde İngiltere Başkonsolosluğu Binası’nın tam karşısında açtığı lokanta sayesinde tanımıştı.
Karpiç, burada sadece lokantacılık yapmıyordu. İngiliz Sefareti’ne giren çıkanları izliyor, lokantaya gelen ecnebi müşterileriyle diyalog kuruyor, sefaret içindeki tanıdıkları aracılığıyla edindiği bilgileri İstanbul’daki bağlantısı üzerinden Ankara’ya iletiyordu.
İngiliz Sarayı, günümüzdeki bilindiği şekliyle İngiltere Başkonsolosluk binasına 20 Kasım 2003’de, bir terör saldırısı düzenlendi.
Aralarında başkonsolos Roger Short’un da bulunduğu 18 kişi bu saldırıda öldü.
1925’te Pera Caddesi'ndeki Le Grande Cercle Moscovite’i devralmıştı. 1925’te bu mekânı satın alan George Karpiç (Carpitch) buraya kendi adını verdi.
Üç yıl sonra Karpiç, Atatürk’ün isteği üzerine lokantasını Ankara’nın Ulus semtine taşıdı. Karpiç, İstanbul’da bir Rus lokantası açan ilk isimdi.
Karpiç’in Ankara’ya getirilişi, İngiltere’nin büyükelçiliğini İstanbul'dan Ankara'ya 1930 yılında taşımasından iki yıl öncedir.
İngilizler, Ankara’ya gelmeden önce onları tanıyan Lokantacı Karpiç gelmiş, çoktan tezgâhını kurmuştu.
Karpiç’in adını Mustafa Kemal Paşa, Karpiç de “Mekanın Kuralları”nı koydu…
Taşhan’daki şehir lokantası hizmete açıldığında Karpovitch burada Mustafa Kemal’in takdirlerini kazandı.
Mustafa Kemal, adının güç telâffuz edildiğini görerek, ‘Gel sana Karpiç diyelim…’ dedi ve adı bundan sonra Karpiç kaldı.
Şölen Lokantası’nda kadınlı erkekli ince saz heyeti müzik yapıyordu, akşamları Batı müziği, yemeklere eşlik ederdi. Harem-selâmlık usulü uygulanmıyordu.
Türkiye’de lokantacılığın babası kabul edilen aşçılıktan restorana ulaşan çizgiyi tamamlayan George Karpiç’in ünlü mekanı, o günlerin koşullarına göre oldukça lüks ve konforlu düzenlenmişti.
Öyle ki ütülü masa örtülerinden çatal bıçak ve tabaklara kadar hiçbir şey Avrupa’daki örneklerinden aşağı kalmıyordu.
Genellikle Rus yemekleri servis ediliyor, Borsç çorbası (Karpiç menüsündeki yazılışıyla), Karski, Kievski gibi yemekler sunuluyordu.
Kendisine özgü, standart bir hizmet anlayışı vardı. Kravatsız içeri girilemezdi. Yemeklerin sekiz dakikalık aralarla servis edilmesi zorunluydu.
Baba Karpiç, İnegöl’deki kendi çiftliğinde yetiştirdiği meyveleri ve balıklardan elde ettiği havyarı ücretsiz ikram eder, bazı gazetecilere özel indirimler yapar hatta veresiye yemek yedirirdi.
Karpiç Baba’nın kalender meşrep ve babacan tavırları Ankara’nın elitlerini adeta bu mekana kilitliyordu.
Bu lokantanın en önemli özelliği uyguladığı düşük fiyat politikasıydı. Ankaralılar, neredeyse aşevine yakın bir hesap ödüyorlardı.
Şişmanca, güleç yüzlü bu adam, beyaz Rus gömleğiyle masaları dolaşır, müşterilerle bizzat ilgilenirdi.
Karpiç’in asrî lokantası, çok kısa zaman içinde bir bakıma, Meclis’in resmi olmayan özel lokali haline gelmişti.
Politikacı ve bürokratlar ile yabancı diplomatlar burada bir araya geldiklerinden, Karpiç adeta gayrıresmî dışişleri bakanlığı görünümündeydi.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, savaşan tarafların diplomatlarını lokantanın uzak bölümlerine bir orkestra şefi gibi yerleştirir ve birbirlerini rahatsız etmemelerine özen gösterirdi.
İstek üzerine lokantasına gelen birbirleriyle görüşmeleri sakıncalı yabancı diplomatların birbirleriyle mesajlaşmalarına aracılık ederdi.
O yıllarda “Ankara’nın nabzını en iyi tutan kimdir?” denilse birçoğu tereddüt etmeden Baba Karpiç’in ismini verirdi.
Karpiç’te yaşanan bazı önemli olaylar…
1936 yılında Macaristan Güzeli seçilen efsane oyuncu Zsa Zsa Gabor, bir Tatar kızıydı. O zamanlar ismi ‘Ja Ja’ydı ve Budapeşte’de kalabalık bir ailede doğmuştu. Ailesinin Türk Büyükelçiliği’nde ‘Burhan Belge’ diye bir dostu vardı.
1930’ların ortalarında İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler kapıya dayanınca aile Burhan’dan, Ja Ja’yı Türkiye’ye götürmesini rica etmişti. “Ja Ja”, kendisinden 28 yaş büyük Burhan Belge ile birlikte Türkiye’ye göçmüştü.
-Zsa Zsa Gabor ve Burhan Belge-
Gabor, dokuz evliliğinden ilkini, 1937’de Murat Belge’nin babası Türk siyasetçi Burhan Asaf Belge ile yapmıştı. Belge ile evlendiğinde henüz 19 yaşında olan Gabor, Ankara’da cemiyet hayatının içine girerek hareketli sosyal hayata ilk adımını atmıştı.
Ankara’da yaşamaya başlayan Gabor, bir gün Karpiç’te Atatürk’le tanıştı.
Kendi deyimiyle ‘İlk görüşte vurulmuş, o gece onunla dans etmiş ve bir süre sonra da ilişkiye girmişti’.
İddiasına göre bu ilişki, 6 ay kadar, haftalık buluşmalarla sürmüştü. Atatürk ölünce o da boşanmış ve 1939 yılında Türkiye’yi terk etmişti.
-Zsa Zsa Gabor, Conrad Hilton-
Belge’den resmi olarak 1941’de boşandıktan sonra Ahmet Ertegün tarafından ABD sosyetesine tanıştırılan Gabor, 1942’de Hilton Otelleri’nin sahibi Conrad Hilton ile evlenmişti.
*
Fransız ordusu 30 Kasım 1937'de bir takım kutlamaları bahane edip Hatay'a müdahale etti. Mesaj gayet açıktı. Suriye başbakanı Ankara’ya davet edildi. 21 Aralık 1937'yi 22 Aralık'a bağlayan gece Ankara'da Karpiç Lokantası'nda görüşme yapıldı.
Bu görüşme çok farklı bir görüşmeydi. Daima “yurtta sulh, cihanda sulh” diyen adam, o gece Suriye başbakanı Cemil Mardam'ın ve Adil Arslan'ın karşısında çok farklı konuşuyordu:
"-Fransızla hayal kurarsa netice aleyhlerine olur... Fransızlar akıllarını başlarına alsınlar... Benim için diplomasi meçhuldür…"
Atatürk o gece konuştukça, sesi Karpiç Lokantası'nın duvarlarında yankılanıyordu:
"- Fransızlar bir şey yapamazlar! Eğer şüpheleri varsa tecrübe edebilirler! Namusum üzerine yemin ederim ki Hatay'ı bırakmam! Fransız hükümeti aklını başına toplasın!"
Bu görüşmeler Fransız büyükelçinin Karpiç’e çağrılmasıyla devam etti. Atatürk, diplomatların beraberindeki Fransız Büyükelçi M. Ponceau’ya Ankara’nın ünlü restoranı Karpiç’te büyük bir gözdağı verir.
Fransa’nın Türkiye‘nin kararlılığını anladığı bu olayı Sabiha Gökçen şöyle anlatır;
“Hatay meselesi mevzu bahisti biliyorsunuz o tarihte. Bir akşam sofrada otururken Atatürk bana dedi ki: “Çık yukarıya odana, üniformanı giyin ve yanına tabancanı alıp gel.”
Ben çıktım yukarıya, üniformamı giydim, tabancamı cebime koydum geldim. Yanına bir sandalye koydurmuş, oraya onun yanına oturdum. Bana gayet yavaşça:
-Şimdi Karpiç’e gideceğiz. Karpiç’te bir arkadaş çıkıp bir konuşma yapacak. O konuşmayı müteakip, sen çıkacaksın ve şöyle söyleyeceksin; “Evet, sayın konuşmacı (ismini söylemiyor; kim olduğunu göreceksin dedi) böyle konuştu, bunu böyle tavsiye ediyor ama biz gençler bu işin daha çabuk halledilmesini istiyoruz. Eğer bizi dinlemeyip daha da gevşek hareket edecek olursanız biz bu şekilde de hareket etmesini biliriz!” diyeceksin ve çıkarıp tabancanı tavana ateş edeceksin! dedi.
Konuştukları gibi Sabiha Gökçen tabancasını ateşler. Fransız büyükelçi saklanacak delik arar.
Ve an gelir, Georges Karpovitch - Kevork Keçeciyan namı diğer “Baba Karpiç" ölür…
Georges Karpovitch - Kevork Keçeciyan 1935’te Türk vatandaşlığına geçti. 1953’te öldüğü zaman Bahçelievler’de borcu bitmemiş bir kooperatif evinden başka hiçbir serveti bulunmuyordu.
-Karpiç'in ölümü ardından cenazeden fotoğraf ile Abdülhak Şinasi Hisar ve Reşat Nuri Güntekin'in yazılarının yer aldığı gazete sayfası...-
Ankara'da Cebeci Asri Mezarlığı içindeki Hristiyan mezarlığına gömüldü. Lokantası 1962 yılında kapandı.
Otuz yılı aşkın sürede yanında pek çok kişi çalıştı. Mutfak ile salonunda Ruslar, Türkler, Ermeniler vardı.
Mutfak önce Rus ustalara, sonra ‘Mengen’li ustalara, salon kısmı ise Hemşinliler’e emanet edilmişti. Yıllar içerisinde burası bir okul olmuş, usta aşçılar buradan yetişmiş, Ankara'nın ünlü restoranları buradan doğmuştu.
Baba Karpiç Karpiç Lokantası personelinin büyük çoğunluğu Hemşinliler’den oluşuyordu. Lokantada Ruslar’ın yanı sıra Ermeniler de çalışmıştı.
Tıpkı şairin dediği gibi;
"Ondan kalan, boynu bükük ve sefil
Bahçeye diktiği üç beş karanfil…”
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete