Ne kadar haksızlığa uğruyoruz değil mi?
Gerek kişisel olarak, gerek ümmet olarak..
Kişisel çok derdimiz var lakin gelin; biz bugün ümmeti konuşalım ve dert ettiğimiz o mevzular, özünde ne kadar dertmiş tefekkür edelim.
Düşünsenize;
Afrika'da bir babasınız.
Sizin topraklarınıza beyaz bir adam geliyor.
Boynunuza zincir geçiriyor.
Tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarınızı size toplatıp, ülkesine götürüyor.
Ve siz, yerden topladığı kırıntılar ile karnını doyurmaya çalışan bir bebeğin, göğsünde susuzluktan bir damla sütü kalmamış bir kadının kocasısınız.
Sıksanız yumruğunuzu, kırılmıyor o zincirler.
İnsan hakları, sizi “insan”dan saymıyor.
***
Arakan'da bir anne olalım..
Hiçbir sebep yokken sadece Müslüman olmanız gerekçesi ile bir anda elleri satırlı budistler tarafından basılıyor köyünüz.
Çocuklarınızın kolları bacakları palalarla doğranıyor.
Kocanız gözünüzün önünde katlediliyor.
Siz, yavrunuzun yerden parmaklarını topluyorsunuz, haykırıyorsunuz!
Arş titriyor ama kimsenin vicdanı titremiyor!
Kıyıya vuran balina kadar, nesli tükenen penguen kadar kimse sizin hukukunuzu aramıyor.
Siz yoksunuz, siz gölgesiniz, tüm dünya size sırtını dönmüş; siz elinizde evladınızın kopan uzuvlarıyla göğe bakan bir annesiniz.
***
Ebu Gureyb hapishanesinde mahkum bir Iraklı genç kız olalım mı?
Birden bire basılan evinizde, namaz kılarken sürükleniyorsunuz.
Petrol ve altın sebebiyle ülkeni işgal eden o necislere yetmiyor aldıkları.
Bir Müslüman'ı postallarıyla ezmek daha büyük zafer onlara göre.
Babanın elleri kolları bağlı, gözleri önünde defalarca tecavüze uğruyorsunuz.
Haykırıyorsunuz Müslüman erkeklere;
“Gelin!
Gelin ve bu hapishaneyi yıkın, ama bizi kurtarmayın! Bu duvarları üzerimize yıkın!..” diye..
Ne Müslümanlar duyuyor sesinizi, ne insan hakları, ne birLEŞmiş milletleri!
“Yeter!..” diyorsunuz değil mi?
Yetmez bu zilleti anlatmaya!
Tek suçunuz Suriye'de Müslüman bir ananın rahminden dünyaya gelmek.
Bir gece uykuda, annenizin koynunda mülteci botunda açıyorsunuz gözlerinizi…
Ama annenizin kokusu gittikçe uzaklaşıyor.
Daha bu dünyada bir parkta sallanamadan, denizin dalgaları koparıyor sizi.
O kuş kadar ciğeriniz patlıyor yuttuğunuz tuzlu sularla.
Sabaha karşı el kadar cesediniz kıyıda bulunuyor; boynunuz bükük masumca.
Herkes kendi yavrusuna sarılarak izliyor cesedinizi, siz ise kimsesiz gömülüyorsunuz; hiç bilmediğiniz bir ülkenin topraklarına.
***
Çatlıyor sinemiz, avuçlarımız kanıyor yumruklarımızı sıkmaktan.
“SENİN RABBİN HİÇBİR ŞEYİ UNUTACAK DEĞİLDİR!” ayetine sarılıp, ağlamaktan gayrısı gelmiyor elimizden.
Hadi kâfir kafirliğini yapıyor da ya bizim zilletimizi nereye sığdıralım?
Bunca zulüm altında inleyenler sanki başka bir asırda yaşamış, biz hiçbirini görmemişiz duymamışız gibi nasıl yaşayabiliyoruz?
Tamam, yaşayalım ama Allah’ı gücendirmeden!
Bunca mevzu yaşanırken biz hala kurduğumuz sofrayı çekip paylaşmak için kurdaleler ve gereksiz yemek takımları ile bezeyip sırf “ne maharetli” dedirtmek için mücadele veriyorsak..
Arabada giderken müziği çekip ağız burun şoplarıyla ‘tiktok’, ‘snap’ atmayı hayatımızın bir “farzı” haline getirmişsek..
Bir başörtüyü bile bağlamayı beceremeyip “Nasrettin Hoca’nın kavuğu” gibi kafamıza kondurup, boyun bir yerde, önden çıkan saç bir yerde bırakmışsak ve bu hayatı bize empoze eden; kendini teşhir etmekten başka hiçbir meziyeti olmayan fenomenlerin attığı linklere tıklayıp, kendimizden geçiyorsak ve bu rezil hayata imrenir hale gelmişsek..
Sahi, mahşerde o zalimlerle aynı safta olmaktan bizi kurtaracak olan nedir ki?
Ne yapıyoruz biz kendimize?
Ne yapıyoruz biz dinimize?
Bir karınca bile ağırlığı nispetinde su taşıyorken yanan ateşi söndürmeye biz ne götüreceğiz ahirete?
Var mı kaçışımız o günden?
Ne bir santim tümsek olacak ki ardına gizlenelim, ne bir santim çukur olacak ki içine girelim.
O gün bir yudum suya hasret ölen Afrikalılar, Arakan'da jiletlerle doğranan mazlumlar, Irak’ta namusu çiğnenen genç kızlar, Suriye'de yalnız başına can veren bebekler olacak karşımızda..
Ama onlara bu zulmu yaşatan zalimleri koruyan Birleşmiş Milletler olmayacak!
O gün sadece ALLAH KONUŞACAK!
Hem hakim olarak, hem şahit olarak!
O gün Ebu Cehil de orda olacak, Sümeyye annemiz de orada olacak!
Ama sadece göğsüne saplanan mızrak konuşacak!
Firavun da gelecek huzura, Asiye annemiz de!
Ama sadece parçalanan bedeninden toprağa akan kanlar konuşacak dile gelip..
Sırf “Rabbim Allah’tır" dediler diye işkence edilen, etleri lime lime toprağa düşen kardeşlerimiz adına topraklar dile gelecek!
Yerlerden toplanan uzuvları konuşacak!
Peki biz?
Biz bugün görmezden geldiğimiz, dava edinmediğimiz, yüzümüzde çıkan sivilce kadar, paltomuzun tonuna uymayan şalımızı dert ettiğimiz kadar dertlenip gündem edemediğimiz bu mazlumlar karşısında KONUŞABİLECEK MİYİZ?
Ananın evladdan kaçtığı o dehşetli güne hazırlanıyoruz BİZ!
Herkes Rasulullah'ı arayacak sığınmak için!
Peki ya dönüp bize dese ki;
-SİZ BANA, BÖYLE Mİ KARŞILIK VERECEKTİNİZ?
Var mı utanması olan?
Var mı verecek cevabı bulunan?
Benim Aişem de bilmez miydi envai çeşit sofra donatıp bunlarla övünmeyi?
Ama o bu malayani ile uğraşsa idi, kim nakledecekti binlerce hadisimi?
Ya Fatıma’m?
Elleri nasır tutmadı mı canımın canı kızımın?
Sırf yavrularının boğazından sadece helal lokma geçsin diye çabalamadı mı o peygamber kızı?
Ahh Hatice’m..
O zengin, şöhretli kadın Hatice’m..
İnsanların ulaşmak için haramı helal ettiği bunca malı, mülkü Mekkeli gariplere bağışlamadı mı?
Musab'ım?
Ondan daha yakışıklınız var mı?
İslam’dan önce, ipekten başka kumaş giymeyecek kadar zengin olan Musab bin Umeyr!
Şehit olduğunda kefeni yoktu sarılacak, ama Peygamberinin gözyaşları ıslattı cesedini..
“SEN NE VERDİN DE, NE İSTİYORSUN!” diye gelen bir nidanın muhatabı olsak, ölüm yok ki ölelim!
Kaçış yok ki kaçalım!
İmkan yok ki tevbe edelim..
Bu nedenle kardeşler, son nefesi vermeden, zamanımız varken lütfen artık kendimize gelelim.
Bu dünya bize daha fazlasını sunmayacak.
Üç gün güldürse, beş gün ağlatacak.
En sevdiği ‘Rasul’üne sunmadığı hayatı, bizlere sunmayacak.
Nereden yaramız varsa, oradan sarılalım bu davaya.
Kendini ve amellerini küçük görmeyesin.
Namazını kılmayan bir Müslümansan, kalk namazını kıl bu senin cihadındır!
Örtünmende sorunlar varsa; pantolon varsa, dış giysin vucud hatlarını belli ediyorsa Allah için terk et, bu senin cihadındır!
Bilmeyenlere kalk ve anlat, uyar!..
Bu daveti yay.
Bu senin cihadındır.
Her gece kardeşlerin için dua et, ağla bu senin cihadındır.
Ama ne olur mahşerde hiçbir işine yaramayacak bu saçmalıkların içerisinde bulunma.
Davan olsun, duruşun olsun ve asla taviz verme!
Hayat kısa, 100 sene sonra ne ben olacağım ne de siz..
Ama şimdi buradayız, el eleyiz..
Çok şey yapabiliriz…
Haydi, herkes kendi cihadını belirlesin..
.
Yağmur (Mirzayeva) İbiç, dikGAZETE.com