Muhteşem 'BİLİNÇALTI' takdimimdir.
ve
Bilinçaltı mı Bilinç göstergesi mi?:
Patatesle pek aram yoktu. Sebebini de hiç düşünmemiştim.
Patates kavurması yapıyordum. Mis gibi kokmaya başlamış.
“Patatese su yakışmıyor bence. Böyle hiç de fena olmuyor aslında..." dedim.
Birden zihnime “Berlin'de Bir Kadın” filmindeki sahne geldi:
Kadın, savaştan dönen eşine patates yemeği sunduktan sonra, seçimine izin vermek için yazdığı günlükle yalnız bırakıyor ve döndüğünde terk edildiğini görüyor.
Olayı filme bağlasaydım zihniyette süzülüp gidecekti. Zihnime gelenlerin akmasına izin verdim ve sadece bir durup izledim.
Bir noktada dank etti:
Berlin'de büyüdüm. Savaş şahitleri henüz yaşıyorken. Gördüklerimden çok etkilendiğimi ve küçücük kafamda neler döndürdüğümü hatırladım.
Üst katımızdaki komşumuz, bizimle sevgiyle ilgilenirdi. Bize ayrıntıları es geçse de anneme anlatırmış. Nasıl saklandıklarını, kendilerini çirkinleştirmek için ellerinden geleni yaptıklarını, şiddetin boyutunu..
Düşün ki;
Çocuklar ve gazilerden başka tek erkek bulunmayan Berlin, öfkeli Rus ordusunun işgali altında.
Almanya'nın geri kalanına “savaş kazanıldı” masalları anlatılırken...
Bu yalnız yaşlı kadınların hepsi, eşlerini savaşta kaybetmiş sanırdım. Bir o kadarı da terk edilmiş meğer...
'Nine' dedirtirdi bize. Oğlunu savaşta öldü biliyorken, on sene sonra Rus esir kampından dönmüş.
Ona da ‘yaşıyor’ denirse...
Bezen ziyaretine gelirdi. Hafiften vahşi tavırlı kocaman bir kurt köpeği vardı. Hayvanların sahiplerine benzediği de oradan aklımda kalmış. Kalın, meşin bir mont giyerdi. Yanımdan geçerken ürkerdim. Yürüyen bir 'nesne' gibiydi:
“SAVAŞTA HAYATTA KALANLAR DA ASLINDA ARTIK YAŞAMIYORMUŞ MEĞER!..” demişti çocuk aklım...
Karşı apartmandaki yaşlı kadının biri, bazen çıldırır ve pencereden yarı beline kadar sarkarak avazı çıktığı kadar bağırıp saydırırdı. Ağzı köpürür, şiddetlenir, söyledikleri pek anlaşılmazdı. Bir ambulans gelip götürene kadar. Bir süre sonra tekrar...
Bir gün, pencerenin dibine oturdum ve duvara bakarak dinlemeye anlamaya çalıştım.
Anladım da ‘maalesef’...
Aklım uçtu...
Çocuk masumiyetimi kaybettiğim andır.
Dünya başıma yıkılmıştı sanki. Bunlar gerçek olamazdı.
İnsanlar, Dünya bu olamazdı.
Bu kadarı olamazdı!
Ardını, astarını artık merak etmeye başlamıştım.
Batı Berlin’i, Doğu Almanya içinde duvarlarla çevrili bir 'ada' gibi düşün.
Berlin Duvarı’nın batı tarafı, eğlenceli grafitiler dolu renkli bir dünya.
Yüksek binaların çatısına çıkar bakardık. Göz alabildiğine çorak ıpıssız bölge görünürdü sadece. Sadece duvarın arkasındaki gözetleme kuleleri…
Başka hiçbir şey göremezdin.
Metro ağı, öncesinde yapıldığından, birkaç durağı Doğu Berlin tarafında kalan hatlar vardı. Metro o bölgede çok yavaş seyrederdi fakat durmazdı.
Duraklar loştu.
Kısa aralıklarda, dimdik duran askerlerin elinde uzun namlulu silahlar bulunurdu.
Ailem, akşam eve gelmediğimde, büyük ihtimalle yakınlardaki Sophie Scholl Kütüphanesi’nde zaman algımı kaybettiğimi bilir ve oradan toplardı.
Bu genç kadın “Beyaz Gül” romanından bilinir.
Çelişkilerin, gizemlerin ve havada asılı duran ağır enerjinin sürüklediği merakla, deli gibi gerçeği araştırmaya başlamıştım. Konuya dair ilk okuduğum kitaptı.
“Reichstag Yangını”yla şekillenmeye başlayan diktanın vahametini anlatmaya ve kendi halkına yaptıklarına karşı vatandaşlarını uyandırmaya çalışıyorken kardeşiyle birlikte idam edilenlerden biri.
Sadece bildiri dağıttı diye. Muhtemel sonucu bildikleri halde kendi vatandaşlarının ihbarıyla...
İlk olarak yalnızca tüketici durumundaki bakıma muhtaç halkıyla başlamış. Kim olursa olsun.
Sonra da: "Bilmiyorduk, kandırıldık, haberimiz yoktu!..” filan da dediler tabi...
Bu süreç içinde sürekli duyduğum, okuduğum:
YILLARCA PATATES YEDİK, O DA BULABİLDİYSEK.
Tarih derslerinde de; 30 yıl savaşları, 100 yıl savaşları, aydınlanma devri derken sürekli aynı düşüncelerdeydim:
İNSANLAR NE KADAR DA APTALMIŞ. ÇOK ŞÜKÜR AYDINLANMA DEVRİ SONRASINA DOĞMUŞUZ. HERHALDE ARTIK AKILLANMIŞTIR İNSANLIK... HADİ İYİSİN, YIRTTIK YANİ...
Hı hı CANım, aydınlanma çağını gördüysen söyle de biz de görelim gayrı...
***
Bilinç, ne kadar yüksek bilgi sahibi olunduğunu göstermez.
Yüksek bilinç, sadece bir kapanda programda sıkışıp kalmayan ve sonsuz olasılıklar derya denizini kavrayabilmiş birey olabilir belki.
Bilinçaltı ise bilincin işini kolaylaştıran 'kayıt cihazı' alanı diyelim.
Ötesi sonsuz olasılıklar deryası...
Bu da çeşitli isim ve tanımlarla anılsa da, şahsi görüşüm isimlendirilmemesinin daha hafif geldiği yönünde.
Bazıları bireysel alanın temizlenmesi, püripak edilmesi gerektiğini de düşünür.
Oysa tüm beden fonksiyonlarının programları yanında öğrenilmiş becerileri de akıtır.
Tek tek komut veremezsin.
KOLAYLAŞTIRICI aslında.
Bir araç kullanmayı ilk öğrendiğimizde, bilinçli odakla tam olarak alanda bulunmak ve her anı kontrol etmek zorunda kalırız.
Tekrarların sürecinde bu beceriye dönüşür. Artık tek tek neyi nasıl yapacağını düşünmezsin. Sadece yaparsın. Bu, eşzamanlı başka bir alana bakma özgürlüğü de verebilir.
Kişisel kayıtlar bu işleve takılarak, bilinçle bakılmazsa, çeldiricileri de oynatır.
Kolaylaştırıcı ya, otomatik programlar da kuracaktır ve dolayısıyla eşleşmeler, benzetmeler de yapar.
Bunun yanında, bilinçle bakmadığın her şeyleri görecek ve tetiklenen programları da gösterecektir.
Dikkati çekerim; Aslında tam da patates hakkında İYİ BİR YORUM yaparken ortaya çıkardığı mesaj:
"Böyle diyorsun ya, bak buna dair hangi kayıtları buldum."
İYİ BİR ŞEY düşündüğümüzde duygularımız cızırdıyorsa, itiraz ediyorsa, aslında zıtlaşan kayıtlar silsilesi bulduğunun göstergesidir.
Tüm kayıtlar eşzamanlı titreşince düşünceye tercüme edemeyiz.
‘Duygu’ dediğimiz, sadece içeriden gelir ve temeli deneyimlerin kayıtlarıdır.
HİS ise içeriden ve dışarıdan gelebilir.
'ÖZümüzün online iletişim dili' diyorum kısaca.
Bunu algılayabilmek için de, daima ŞİMDİ BURADA buna AYIK olmak ve bu HİSsedeBİLİRlik hali öğrenmek gerekebilir.
Bazıları bunu sadece yapa-bilir. Herkeste bulunabilen farklı özel yetenek dediğimiz beceriler gibi.
Bilinçaltı, kapalı gizli bir kutu değil.
ŞİMDİ BURADA, DIŞARIDA GÖRDÜKLERİMİZi de BİLİNÇALTININ ÜÇ BOYUTLU YAZICIDAN ÇIKMIŞ BASKISI say.
Yalnız katı, sabit değil; sürekli şekillenebilen hal.
Sürekli olarak bizimle içeriden ve dışarıdan ‘online iletişim’ halindedir.
Kendimizi kendimize gösterir.
Sabit fikirlerden çıkmamız,
Daha iyi daha bilinçli seçimler yapabilmemiz,
Özgür irademize kendimizi anlatmak, göstermek
Ve belki de yeri geldiğinde kendimizi kendimizden de korumak için...
VARLIĞIYLA MUHABBETİN HAZZIndakiler ise saf NEŞE frekansındadır artık.
Belki de neyse ne; bilemeyiz yalınızca yaşarız.
Sadece;
GÖREN DE GÖRÜLEN DE BİR.
Görebilene her sorunun cevabını bir şekilde anında gösterir.
Biz sadece sormayı, istemeyi bilmeyiz.
Aklımızda tek bir 'ses' bulunmaz.
Sürekli ‘vır-dır’ eden, korkutan, tehdit eden, iddialaşan, sızlanan, kendimizi yargılayan da giydiğimiz kimlikle ilgilidir; 'zihniyet' dediğim.
ZİHİN veya ego demek istemiyorum zira buralarda da ince ayar hassas algı yönetimleri yapılabiliyor.
Fakat zihniyeti, sevgiyle dinleyip akmasına izin verdiğimizde derinlerdeki SAKİN, SEVGİ DOLU işbirlikçi sesi duyabiliriz.
BİZİMLE HER AN NET OLARAK KONUŞUR. HER AN CEVAP VERİR.
İçimizde; Birkaç kelimeden oluşan kısa net cümlelerle. Söyler çekilir.
Bunları algılayamazsak ve soruyu, bilinçli veya bilinçsiz hallerde sorduysak bu defa dışımızda devam eder:
Gösterir çekilir.
Birine söyletir çekilir.
Sonsuz sınırsız yollardan iletişim kurabilir.
İddialaşmaz, ikna etmeye çalışmaz, yargılamaz...
Sadece NET olarak kendine kendini gösterir ve özgür iradeye, deneyimine izin verir.
'Patates' dediğim anda savaşla ilintili anıları akıttığı gibi.
HİSSİYAT dile gelseydi:
“Bak CANcağızım, Patatesle ilgili ne çok ilginç anı, benzetme biriktirdin.
Yıllarca patatesi savaşla, çocuğa, kadına, insana şiddetle eşleştirdin.
Patatesi nasıl sevecektin ki böyle?
Her patates gördüğünde, her ‘patates’ dendiğinde CIZIRDAMAN gayet normal.
Bu alanı, bilinçle fark etmek ve yeni bir VAROLUŞ SEÇİMİ yapmayı tercih eder miydin?”
İşte bu içten gelen FARKINDALIK ANLARINDA, zihniyeti karıştırmadan bilinçle bakıyorsan, alan kendiliğinden tık diye güncellenir de.
Hiçbir ilaç, hiçbir teknik, hiçbir yardımcı gerekmez.
“Zihniyeti çek aradan ORTAYA ÇIKSIN YARADAN” veya “Gölge etme başka ihsan istemez” denilenler...
“PATATESİ SEVMİYORUM” duygusunun bu farkındalıkla, aslında PATATESLE HİÇBİR İLGİSİNİN OLMADIĞININ BİLİNCİYLE anında PATATES olduğu gibi.
***
Buradan not düşelim:
Anne, baba ve kardeşler sırasıyla ilk SEVGİ tanımladığımız alanlardır.
Anneden sevgi görmeyen, şiddet gören veya anneye şiddet göstermesine ses çıkarılmamış bireyler, ileri yaşlarda sevdiklerine ellerinde olmadan öfke ve şiddet göstermeye yatkın olabilirler. Sebebi sadece basit bir bilinçaltı kaydı eşleşmesi olabilir.
Sevgi ve şiddet aynı dosyada kayıtlıdır çünkü…
***
Algılanamayanlara dair, tarihsel döngü tekerrürleriyle gelen mesajların artan şiddette algılanabilecek hale gelmesiyle ilgili kısmı içimden fışkırdığı gibi anlatamıyorum, anlatmak da istemiyorum.
Bu dönemler, SİHİRLİ MUCİZEVİ DÖNÜŞÜMLERİN DE PUNDU ASLINDA…
Dille, sözle ifade edilemiyor. Herkes de kendi bilinciyle algılıyor zaten.
Bunu da kendi iç sesine sor bakalım;
Günceye dair en derindeki, hiç iddialaşmayan, SAKİN, SEVGİ DOLU SES ne diyor?
Hemen şimdi.
***
Ağladın mı? Ağlayabilirsin.
Güldün mü? Gülebilirsin.
‘Saçmalık’ mı dedin? Diyebilirsin.
Konu neyse ne; Duygulara izin ver. Duyguları kabul et. Duyguları onurlandır.
BAK, İZLE
ve
ŞİMDİ
Daha iyi nasıl bir VAROLUŞ SEÇİMİ yapardın?
***
MUHTEŞEM ÖTESİ VARLIĞINI
KENDİ MUAZZAM GÜCÜNÜ
BİR BİLSEYDİN…
.
Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com