O, 3 erkek kardeşin en küçüğü; altımı bezlediği de var denir.
Karakaş/tekkaş ince bir delikanlı, gözümün önündeki ilk resminde.
Hukukçu bir sülalenin devedişi mensuplarından.
Avukat, Hoca, Dekan, Senatör’lüğünün yanında “Hukukta 50. Yıl” onurlandırılmasında dediği gibi “Ben en çok ders anlatmayı sevdim…”
Bu arada, “Mart kapıdan baktırır, askeri hapisanede yatırır” türküsünü de söylemişliği vardır.
En çok 10 yaşındayım.
Aile içi söyleniyor; küçük amcamın yine Hukuk Fakültesi’nden uzak bir akraba kızına aşık olduğu.
İstemeye gittik; babam en büyük abi, babanem ve Ulvi dedem.
“Tim”de ben de varım.
Serencebey Yokuşu’nda bir ahbab evi!
Bir yerden koca bir dürbün bulmuşum, odadakilerin mimiklerini, jestlerini izliyorum sanılıyor.
Oysa gelecekteki mesleğimin gözlem, karakter çalışmasını yapıyorum; kimsenin haberi yok, benim bile.
Babanem dürbünü elimden aldı ve fısıltıyla azarladı beni “İç mekanda dürbünle bakılmaz ayıptır!..”
Sonra, Tülay yenge ile Uğur amcamı Tophane Rıhtımı’ndan İtalya’ya uğurlayışımızın fotosu düşüyor önüme.
Yengem, okulu Hukuk’u bırakmış; amcamın asistanlık yolunda yurtdışı macerası başlıyor.
Tek kişilik bursla geçinecek genç çift.
İki kişiler ama gençler.
Geminin beyazlığı ve Tülay yengemin, pürüzsüz ve zaman içinde kesintisiz güzelliği o günün anılarından.
Gemi, “Ankara” olmalı; zamanın en büyük en iyisi!
Roma’ya yakın üniversite şehri Perugia’da geçen bir-iki yıl için “balayı” değil de “bal yılları” demeli.
Onca yoksulluk ve yokluk varken de betonu delip yeşerir mutluluk, kardelen emsal.
Aynı rıhtımın ucundaki paket postahanesinden, kötü tahtadan margarin kutularında, bakliyat, yağ hatta sucuk bile gönderdiğimizi unutamam amcamlara İtalya’ya; Müsebbih hanım Ana Lojistik şirketi.
Sonraları Doçentlik için İngiltere günleri.
Ve Ankara Hukuk Dekanlığı makamında; artık Prof. Uğur Alacakaptan.
-Soldan sağa: Torunum Engin, Amcam Uğur, torunum Güney, Oğlum Memetcan-
“68 Rüzgarı” ülkeme ulaşmış…
Gençlik olayları başlamış…
Anlamaktan çok zaptırapta alma niyetiyle Çankaya’da Rektör, Dekan ve öğrenci temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenlemiş Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay!
Bir ara Sunay, amcama dönüp sormuş:
- Evladım sen hangi okulda okuyorsun?
- Ben Ankara Hukuk Fakültesi Dekanıyım efendim.
Sunay’ı kınamayın; Uğur’umuz belki hala tarihteki en genç dekan çünkü askerlik yapmamıştır.
Bizde futbolda kimse kaleye geçmek istemez hatta mahalle maçlarında, asfaltta bile top tepiklerken.
Herkes gol atma hevesindedir.
Hatta kalede gol yiyenin ileriye geçtiğini bile bilirim.
O yüzden bizde iyi kaleci nadir yetişir.
Top oynanıyor; Aydın amcam sahada; “Haydi sen geç kaleye” demiş, emretmiş küçük kardeşine.
Eski zaman, olmazlanmak yok, itiraz na-mümkün!
Uğur amcamın futbol macerası 5-6 dakika sürmüş; hücumdaki bir oyuncu, top yerine dalağına şut çekince.
Gitmiş dalak ve direkt çürüğe çıkarılma süreci başlamış.
Bu nedenle sınıf merdivenlerini hanidiyse çifter çifter tırmanan Prof. Uğur Alacakaptan, dekanlığa kadar yükselmiş, 34 yaşında.
Öyle ki Ankara Hukuk bitirme sınavlarında kendisinden iki yaş büyük abisinin başında, gözetmen olarak bulunmuştur.
Yok, aklınıza ilk geleni unutun bizim ailede öyle şey olmaz.
Tersi belki.
Ben sistem olarak pek Demokrasi fanı değilimdir; oysa amcam iflah olmaz bir demokrattır.
1968-70 yıllarındaki dekanlığı sırasında ne solculara ne sağcılara yaranabilmiştir.
Böyle bir çabası da olamaz; o da tüm Alacakaptanlar gibi korsan dedelerinin genlerini taşır.
Kendi anlatıyor.
Malum günler, okulda her gün başka bir gurubun işgali boykotu var.
Bir ara devrimciler faka basmış, Ülkücüler fakülteyi basmışlar; reisleri çifte tabancalarını çekmiş avluda bas bas bağırıyor:
- Yok mu ulan güneşe gömülmek isteyen?
Tam 12 Mart arifesinde de bu kez sol gurup; “Komünist dekan isteriz” diye işgal etmez mi okulu!..
Darbe sonrası, adaylarının Ülkücü Öğretim Üyeleri Derneği İkinci Başkanı olduğu ortaya çıktı.
Yaaa!.. İşte böyle…
Acı ama Türkiye.
Sürecek “MAMAK’ta İKİ UĞUR”
-“Hayatta Oynamam” adlı çıkacak kitabımdan-.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com