Bu geceki yazımız bir ibret vesikası..
Ölmeyen bir aşkın, sönmeyen bir sevdanın yansıması..
Bir dertleşme..
Bir hüzünlü arzuhâl..
Ayşe hanım, elli yıllık eşi Mehmet beyi iki yıl kadar önce kaybetmişti..
Bir oğlu vardı.. Ve eşinin vefatından sonra, hatıralarıyla başbaşa bir şekilde evinde yaşıyordu..
Oğlu, gelini ve iki torunu da Ayşe hanımı yalnız bırakmamak için yanında kalıyorlardı.. Ancak gelin, Ayşe hanımla nedense anlaşamıyor, zaman zaman da bunu yaşlı kadına hissettiriyordu..
Buna üzülen ve bu durumdan bunalan Ayşe hanım, bir gece gözyaşları içinde eşine durumunu anlatmaya karar verdi..
Ve bakın neler söyledi..
Canım efendim;
Şu an seninle o kadar sohbet etmek istiyorum ki..
Evet, evet..
Karşımda gibisin..
Hiç değişmemişsin!..
Yine bıyık altından gülüyorsun..
Güzel efendim;
Yine beni üzen meseleler için “bu da geçer Ya Hu” diyorsun..
Hani kimin yazdığı belli olmayan bir dörtlük vardı ya..
“Allah için ağlayıp gülen.. Allah için birbirini seven.. İki dosttan biri ölürse eğer, Hayatta kalandır gerçek ölen..”
Diyordun ya!..
Tane tane, ne de güzel söylüyordun..
Geçen gün aklıma geldi..
Mırıldandım, durdum!..
Ardından da ağladım, ağladım..
Şu an canım yine çok sıkkın..
Dinle beni biraz..
Son günlerde gelinin ayarı bozuldu..
Bir surat, bir surat ki, o kadar olur..
Çayımı bile yarım dolduruyor..
Allah’tan kulaklarım ağır işitiyor da, duymuyorum ne söylediğini..
Ama yine de hissediyorum..
Beni bu evde galiba istemiyor..
Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı garibimin..
İki arada bir derede kalır..
Ne yapsın yavrum, ana bu, atsa atılmaz satsa satılmaz..
Biliyor musun, evlâdım artık gizli gizli sarılıyor bana..
Dün akşam sessizce yanıma geldi.. Kapıyı kapadı usulca.. Sarıldı bana.. Hem de doyasıya..
Ana oğul, hem ağladık, hem koklaştık.. Anneciğim, seni çok seviyorum, ne olursun bana hakkını helal eyle, dedi..
Bunu söylerken de sesinin sadece benim tarafımdan duyulmasına dikkat ediyordu sanki.. Nasıl da ağrıma gitti bir bilsen..
Hem biliyor musun, artık akide şekeri de getirmiyor..
Sebebini ise gelin söylüyor..
Dişlerim yok ya, güya yerken ses çıkarıyormuşum..
Çocuklar iğreniyormuş benden!..
Yok, vallahi yalan, hiç yapar mıyım ben öyle şey..
Gelin hanım çocuklara masal anlatmamı da yasakladı..
Üstelik seninle konuşuyormuşum diye duvardaki resmini de bir yerlere sakladı..
Olsun!..
Koynumda sakladığım resminden haberi bile yok!..
Ama, yine de beddua etmiyorum, edemem de..
Oğlumun karısı, torunlarımın anası o çünkü..
Bak, geçenlerde ne oldu?..
Eve üst komşular geldi.. Ne konuştuklarını duymayayım diye kapıyı üstüme kilitledi gelin!.. Pek duyamadım, lâkin hissettim..
Huzur evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni…
Ne yalan söyleyeyim, çok ağırıma gitti..
Peki sen ne diyorsun buna?..
Hani bir görünsen diyorum oğluna..
Ne de olsa babasısın..
Seni çok sever.. Seni dinler!..
Bu odada otururum.. Dışarı bile çıkmam Vallahi.. Akide şekeri de istemem..
Masal da anlatmam artık çocuklara.. Ne olur ayırmasınlar beni evimden..
Başka yerlerde yaşayamam ben.. Nefes bile alamam..
Sana ait hatıralardan uzak kalamam.. Mahallemden uzak yapamam.. Sokağın başında her gece yanan o ihtiyar fenerden ayrılamam..
Söyle lütfen, söyle..
Ne yaparım ben?.. Ne ederim?..
Bahçemizdeki incir ağacına bakan camın pervazında hayalin durur.. Çekmecelerde ise el izin..
Meyve soyduğun çakıyla konuştum önceki gece.. Takken, tespihin, seccaden, terliklerin, bıraktığın gibi duruyor.. Bastonun hala duvarda asılı.
Lâkin, istemiyorlar beni artık!… İstemiyorlar hâsılı..
Ah, birlikte yaşadığımız o güzel anlar..
Bayat ekmekle, bir tas çorbayla bile mutlu olduğumuz o mesut yıllar..
Hepsi hayâl oldu..
Zaman iyi bir hekim, adil bir hâkim, derler ya!.. Ama işin ne hekimi kaldı ne de hakimi..
Hani diyorum, bir çağırsan artık..
Alsan beni de yanına..
Ne dersin?..
Yoksa sen de mi unuttun beni canım efendim?..
Unutma beni sakın!..
Ben seni hiç unutamadım çünkü..
Evet, al beni yanına..
Benim efendim..
Sultanım..
Kıymetlim..
.
Sami Özey, dikGAZETE.com