- Ne oldu bize?
- Hangi musibet bizi birleştirecek?
Bu soruları sormuştum bundan önceki yazılarımda hep.
Yine demiştim ki; bir mahallede herkes evinin önünü temizler ise bütün mahalle tertemiz olur.
“Uygar ve medeni bir dönemde ve bilişim çağında yaşayan insanlarız” deriz.
Uygarlık ve medeniyet kimler içindir?
Açlıktan uyuyamayan çocukların olduğu yerler mi yoksa kendi refah ve mutlulukları için başkalarının varlığını hiçe sayarak yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürüp kendi lüks hayatlarını yaşayan insanların bulunduğu yerler mi?
Üç kıta coğrafyasına insanlık götürmüş olan bir milletin evlatları olarak -ki o döneme ait atalarımızın yaptıkları halen daha o coğrafyalarda şehir efsanesi olarak anlatılmaktadır- ne hale geldiğimizi sorgulamamız gerekiyor.
Biz okullarımızda çocuklarımıza başkalarının yalan efsanelerini anlatmayalım.
Biz çocuklarımıza, atalarımızın yaptıklarını anlatalım ki gençliğimiz nereden geldiklerini bilsinler.
Nereden geldiklerini bilmeyenler nereye gideceklerini de bilemezler.
Biz dünyaya örnek olmuş dönemimize ait güzellikler limanından demir aldırdık ve kaderimizi rüzgârın ve fırtınanın insafına bıraktık.
Sadece bir örnek yeterlidir sanırım.
Bugün, Balkanlar’ın içinde bulunduğu durum ve yakın geçmişte o bölge insanlarının çektikleri…
O coğrafyanın en sulh zamanı Osmanlı dönemidir.
Bugün halen Bosna Hersek’in Fojnica şehrindeki Fransisken Katolik Kilisesi’nde bulunan ve Fatih Sultan Mehmet tarafından 28 Mayıs 1463 tarihinde yazılan ferman, Bosnalı Fransiskenlere koruma sağlayan bir özgürlük fermanıdır.
Bu ferman, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nden yüzyıllar önce kaleme alınmıştır.
Söz konusu fermanda yazılanlar uygulamada da kendisini göstermiştir.
Bugün bile Saraybosna caddelerinde dolaşıyorken yolun bir kenarında kilise ve karşısında ise camiyi yan yana görebilirsiniz ki bunlar da o dönemden kalma eserlerdir.
Üst paragrafta yazdığım sadece kim olduğumuzun bilinmesine dair bir örnektir ama maalesef bu ve buna benzer güzellikleri biz, okullarımızda çocuklarımıza okutmuyoruz ya da okutamıyoruz.
Şu anda dünyayı kavuran bir salgının esiri olduk adı korona virüsü.
Sebebi nedir?
Biz insanlar olarak fabrika ayarlarımızda değiliz de onun için.
İnsanlık olarak, demirlediğimiz limandan demir almış ve gidiyoruz bir meçhule.
“Fabrika ayarları” diyorum!
Daha önce yazmıştım ya; “Dünyayı keşke çocuklar yönetse” diye.
Bir virüs karşısında medeniyetimiz ve uygarlığımız paramparça oldu.
Bir anda insan olduğumuzu zaten unuttuk da marketlere saldırdık -Pardon şimdilik saldırmadık, paramızla aldık. Paramız tükenince de saldıracağız!..- Neyi aldık, yiyebileceğimiz her şeyi.
Stok yapmak adına.
Benim evim dolsun, başkalarının evi perişan olsun.
Benim karnım doysun başkaları açlıktan ölsün.
Şöyle bir mizansen yazayım:
Bu virüs, çok daha kötü bir şarta götürdü ülkemizi, üretim yok. Marketler bomboş. Yiyecek bir şey kalmadı evimde. Ancak yan komşum daha önceden marketi boşaltmış. Akşam kapısını çalacağım “ne olursunuz bir lokma verin çocuklarım aç” diyeceğim. O zaman benim komşum ne yapacak.
Soruyorum Allah aşkına; biz bu muyuz?
Hani biz, komşusu aç iken tok yatmayan bir millettik ve öyle bir kültürden geliyorduk.
Hani veren el alan elden hayırlıydı.
Hani sevgi paylaşıldıkça çoğalacaktı.
Sebebi nedir biliyor musunuz?
Çok fazla vahşi doğaya ait belgesel izliyoruz ve o izlediğimiz belgesellerin tesirinde hareket ediyoruz.
Bencillik ruhumuza kelepçe vurmuş.
İnsanlığımız, yazıların arasında, satırların içindeki kelimelerde kalmış.
Bu bir musibettir!
Bundan kurtulmamız için dünya kardeşliğine ihtiyaç vardır.
Bundan kurtulmamızın yolu, ekip ruhuyla yöneticilerin söylediklerini uygulamaktır; yoksa yarın çok geç olabilir.
Bu birlik ruhu içinde hareket edilmesini engellemek isteyen zavallılar da var ancak bu zavallılar aklıselim sahibi insanların çokluğu içinde eriyip gideceklerdir.
Konu başlığımızı unutuyorduk neredeyse.
“Akşam çayını kiminle içtik dün akşam?”
Bir düşünün.
Diyeceksiniz ki “eşim ve çocuklarımla beraber içtik.”
Siz öyle zannediniz!..
Eşiniz, çocuğunuz ve siz, çay içiyorken odanın içerisinde size ders verenler vardır.
Yani hayran olduğunuz hocalarınızdan dersler öğreniyordunuz!
- Ne hocası?
- Ne dersi?
Televizyonda hangi diziyi izliyordunuz?
O dizinin ana fikri neydi?
Okullarda öğretilen dersler vardır.
Bu derslerin adı Türkçe, Sosyal, Matematik gibi gider.
Türkçe dersinde öğretmen size güzel konuşmayı ve dil bilgilerini anlatır. Dersin alt konu kapsamları vardır.
Peki, televizyonlardaki dizilerin amacı nedir?
Onların amacı da toplumda nasıl bir davranış içerisinde olmamızı öğretir ve bizler de akşam beraber çay içtiğimiz öğretmenlerimizden -dizilerden- öğrendiklerimizi sokakta ve özel hayatımızda uygulamak için çaba sarf ederiz.
Öğrendiklerimiz nelerdir?
Bencillik, hırsızlık, yalancılık, kimseye güvenmeme, entrikalar…
Bir anı ile bu konuyu kapatmak istiyorum.
Doksanlı yılların başıydı. Büyük oğlum daha dört-beş yaşlarında ve o dönemde televizyonlarda korku filmleri birbirleriyle yarışıyordu.
Yeni taşındığımız evde eşyalar dağınıktı.
Biz arkadaşlarla eşyalarla uğraşıyorken oğlum da televizyondaki filmi izlemeye başlamış.
Biz işin yoğunluğundan çocuğu oturma odasında unuttuk ve bu arada da hava kararmıştı.
Çocuktan ses de gelmiyordu.
İşimiz bitti odaya girince ışığı yaktım ve oğlum olanca gücüyle kucağıma atladı ve benden odadaki televizyonu satmamı istedi.
“Niçin satalım oğlum” dediğimde ise, “baba bu televizyon kötü şeyler gösteriyor” demişti.
En güzel anlarımızı geçirdiğimiz televizyon izleme anlarımız, bizim kendimizi anladığımız, kim olduğumuzu öğrendiğimiz, aile içinde ve dışında nasıl bir yaşantı sürmemizi öğrendiğimiz yerler olsun.
Kiminle çay içtiğimiz önemlidir.
Soru sorabilir miyim?
Bu akşam çayını kiminle içeceksiniz?
Körle düşen şaşı kalkar.
Düşünebilmek Güzeldir.
.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com