İlkelerin esnekleşmesi, onların nihai hedeflerine ulaşmadıklarını gösteren önemli bir kriter olduğundan, dışarıdan alınacak katkılarla mükemmel olana daha da yaklaşabilecekleri, değişim ve dönüşüme açık olma işaretleri verir. Ancak değişimi kabullenen ilke, norm olmaktan çıkar tartışılır hale gelir. Belirsizliğe iter; çünkü dünyamızın vazgeçilmezlerini oluşturan alışkanlıklar, prensipler olmadan karar vermemiz zorlaşır, günlük yaşamı dahi içinden çıkılamaz duruma evirir.
Hızlanan dünyada; normların, varlıklarını uzun süreli koruyabilmesi; değişimden korku, ‘yeni’ tarifinin yapılamaması, halihazırdaki gücü, tehdit edebilecek karşıt tutum olgun mahiyet kazanamamış olmasına borçludur.
İlkelerin sürdürülebilirliği; evrensel nitelik (yoruma göre) arz ettikleri ölçüde geçerlilik, meşruiyet kriterler zincirinin sağlamlığı ile anlamlaşır; kabul edilebildiğince (teveccüh) karşılık bulur, içselleştirilirler.
Fakat prensipler, evrensellik iddialarına ya da ikna edici argümanlara, her zaman ihtiyaç duymazlar, çünkü onlar salt bir fert yahut cemaat için geçerlilik arz edebilirler.
İlkeler, sırf doğru olduğuna inanıldığı için tercih edilmezler. Prensipler güven verici olduklarından da benimsenirler (beklenti-karşılık prensibi gibi).
Özellikle toplu organizasyonların ilkeleri, kendi mensuplarına sözleşme niteliği taşırken, dışarıda bulunanlara ihtar niteliğindedir. Olası işbirliklerin bu prensiplerin ihlal edilmeden gerçekleşmeleri ölçütü koyar.
İlkeler, diğer bir taraftan pranga görevi görür. Prensiplere bağlılıklar, menfaat faktörüyle ters orantılı olabileceklerinden hareket kabiliyetlerini sınırlayan koşullara dönüşebilir, istenmeyen neticeler doğurabilirler.
Hedeflere ulaşabilmek, başarılı olabilmek için esnekliğe ihtiyaç duyulur. Bir başka anlatımla: Renksiz kalmak, kimsenin fark edebilmesine izin vermemek ve sıvılaşarak girilen her kalıbın şeklini almak; karşıtların anlama yeteneğini köreltmek demektir. İlke sahibi olmak, saydamlaşma olacağından, dost olmayanların; sizin her atacağınız adımı önceden tahmin etmesini sağlar, herhangi stratejik hamle yapmanıza izin vermez.
Simmel’in para mefhumunu açıklama girişimleri, bir bakıma Avrupa’nın ilerleme hikâyesidir. Simmel’in yaptığı geniş kapsamlı bu inceleme (“Paranın felsefesi”), başlangıçta fazla dikkat çekmemiş, kitapta bulunan küçük bir bölüm (“Moda teorisi”) çok daha fazla ilgi görmüştü. Aslında modanın çekiciliği, farkında olmadan benimseme algımızın oluşumu bakımından oldukça enteresan düşünceye dikkat çekmekti.
İlke olarak kabul ettiklerimiz, hiçbir şekilde taviz veremeyeceğimize inandığımız duruşlarımız; kendiliğinden gelişen değişimlerle, taklitçiliğe evrilebiliyor; dönüşebiliyoruz. Topluma uyum sağlama yeteneğimiz bu yüzden, biraz da katı kurallarımızın olmamasından kaynaklanıyor. Prensipler; bireylerin, dolayısı ile toplumun özgürlüklerini kısıtlayan ayak bağları fonksiyonu üstlenmiş oluyor.
Batı’da paranın bu şekilde yorumlanışının, insani değerlerin de dönüşümüne yol açan, ufuk genişleten yeni bir anlayışın hakim olmasına büyük katkısı olduğu mutlaktır. Kendi problemleri içerisine sıkışmış, ekonomik darboğazın hüküm sürdüğü toplumlarda; kutsanan değerlerin daha fazla sürdürülmesi, daha büyük felaketlere yelken açacağından, çıkış gibi görünen renksizliğin benimsenmesi; kendini dayatan yaşamın sürdürülebilmesi (idame) için ödenecek bedel görünümü almıştı.
İlk Rönesans’ın başladığı şehir devlet olan Floransa’da, sadece tabular yıkılmadı, aynı şekilde mevcut imkânlar zorlanarak en verimli hale getirilirken taşımacılık sektörü denizde ve karada modernleştirilerek lojistik problemler en aza indirgendi. Paranın ve ticari eşyanın daha büyük dolaşım kazanması, zenginlik getirirken, esnek düşünmenin başarının sırrı olduğu keşfedilmiş oluyordu. Zaten kendi dar kalıbından çıkan Floransa tacirlerinin diğer şehir ve ülkelerle ticaret yapabilmeleri, esneklikleri sayesinde gerçekleşebilirdi. Amaç, herhangi bir ideolojiyi aşan küreselleşen anlamda para kazanabilme mücadelesi ile sınırlanmış bulunuyordu. Bu uğurda gösterilen uzlaşmacılık her yönüyle mubahlaşmış oluyordu.
Bireyler için geçerli olan anlayışlar, organizasyonlar için de kullanılmaya müsait strüktürlerin oluşumunu hazırlayan faktörlerdir. Cemaat ya da organizasyon, büyüme temelli oldukça esnekleşmek zorundadır.
Hitler’in hâkimiyete ulaştığında yapmış olduğu icraatların başında lojistik alana ağırlık vermesinin (Floransa’da olduğu gibi) iki önemli nedeni vardır. İşsizliğin en üst noktaya ulaşmış olduğu dönemde, otobanlar inşa ederek iş olanağı yaratmak; yapılan bu yollar sayesinde ulaşımı en iyi seviyeye taşımak. Gerçi otobanların amacı daha sonra anlaşılacak, çalışarak elde edilen kazançların da hiç değeri olmayacaktı, çünkü yüksek enflasyon, ekmek almak için dahi torbalarla para taşınmasını gerekli kılan düzeydeydi. Fakat hiç olmazsa insanların iş imkanı bulması, yeni umutların da doğmasına vesile oluyor, bir perspektif sunuyor, Führer’e güven artırırken, otoritesi kabul görmüş oluyor, bu sayede toplumsal bütünleşme sağlanıyordu.
AK Parti’nin iktidara yürüyüşü, toplumsal bir hareketten doğan, fakat sırf bununla sınırlanan bir prosedür değildir. İyice yozlaşmış, kendi menfaat alanları içerisinde cebelleşen partilerin politika üretemeyen kısır döngülerine karşı bir alternatif, bir perspektif olduğunu söylemekte yetersiz kalır. AK Parti harekâtı, daha çok bir idealin gerçekleşme rüyası, kabul görmemiş önemli bir kesimin kurulu sisteme karşı ayaklanmasıdır. İsyanın sesidir.
AK Parti’ye katılımın dar bir ideolojik çevreden beslenmemesi, her tür ezilmişlerin, kayırılmamışların yanı sıra, politika sahnesinde güdülen fikirlerin verimsizliğine inanmış, yeni bir başlangıca kanaat getirmiş kimi temsilcilerin de beraberce yürüdüğü, asgari mutabakatla kurulmuş bir birliktelik olduğu söylenebilir. Daha önce başlangıcı yapılmış, siyasi çerçevesi çizilmiş bir harekâtın, yeniden daha güçlü bir şekilde kendini ilan etmesi, kuşkusuz, tabanının genişlemesinden kaynaklanan başarı inancına olan umuttur.
AK Parti iktidara gelince altyapıya önem vermesinin nedeni, altyapı olmaksızın ekonominin ivme kazanamayacağını bilmesi; tasarlamış olduğu ekonomik hamlelere hazırlıklı başlayarak, daha yolun başında, daha sonra beklenen sıkışıklıkları, engelleri bertaraf etmesi olduğu görülür.
İkinci olarak, Erbakan hükümetlerinden çıkarmış olduğu ders: Hükümetin kasasının dolmasının kendisine faydası olmayan bir işlem olduğu anlaşılmıştı. Daha sonra gelen hükümetlerin, seçim vaatlerini gerçekleştirebilmek için biriktirilenleri heba etmeleri, yanlışın tekrarlanmasını önlemiş oluyordu.
Üçüncü olarak; destekçilerine -dünyanın her tarafında uygulama bulan yöntem- verilen ödüller aracılığıyla desteğin sürdürülmesini sağlamaktır.
Belirlenmiş bir program çerçevesinde fikirlerin hayata geçirilmesi ilk nüvelerini verdi, büyük bir başarı elde etti. Bu başarıdaki pay dağılımı, programın tavizsiz uygulanması, o’na olan inanç ve daha da önemlisi ilkeli duruşun kişisel çıkarlara heba edilmemesi olmuştu. Programda belirlenen hedeflere ödün verilmeden, kişisel çıkarlar gözetilmeden, kendi profilini öne çıkarma kaygısı taşımadan konsantre olunması, ülke menfaatleri ile örtüşür olması ayrı bir güç kaynağı sağlıyordu.
Stabilize kazanan, güçlenen ve kendi varlığını kabul ettiren bu harekatın süreklilik kazanabilmesi için, medya desteğine ve finans kaynaklarına ihtiyaç hasıl oluyordu.
Küçük, varlık gösteremeyen orta ve küçük ekonomik kuruluşlara verilen desteklerle kendi zenginini yaratan, pastayı onlarla da paylaşan bu parti hem eşitlik ilkesine katkıda bulunuyor hem kendini destekleyenlere karşılık veriyor hem de ihtiyacı olan medyayı onların desteğiyle satın alarak medyanın tek taraflı olmasının önüne geçiyordu.
Kendi içinde ortaya çıkan çatlakları, aykırı sesleri elimine ederek tek ses, tek düşünce düzlemine getirirken; başarının sırrı olan bütünlüğün, lidere olan bağlılık ve bağımlılıkla mümkün olduğuna olan inancı pekişiyordu. Çünkü tartışmadan karar alabilmek, zaman kaybını önlediği gibi, hemen icraata geçebilmeyi mümkün kılıyordu.
Büyük bir azim ve kararlılıkla ekonomi, -küresel olumlu rüzgârın etkisiyle de- gelişip yaygınlaşırken; her şeye rağmen yolsuzlukların önemli bir seviyede olmamasının, güveni geliştiren ivme olduğu görülür.
Lider etrafında kenetlenmiş politik/hükümet elitlerinin, kendi kişisel gayretleri de, eski anlayışı yıkarak; mümkün olanın maksimilize edilebileceğini ispatlayarak, yeni bir ekonomik anlayış, kendine özgüven ve başarı kodlarını belirlemiş bulunuyordu.
Ekonomik gelişme metodunun her alana yansıtılarak aynı neticeleri alma girişimi, başarılı sonuçları tartışılabilirlik kazanmış olduğu görülür.
Üniversitelerin yaygınlaşması arzulanan sonuçları doğuramasa da, eksik kalan lise düzeyini yükselterek, üniversiteleri (Batı karşılaştırmasında) en azından vasat lise kategorisine taşıyabilmiştir.
Sağlık alanında yaptığı dev reformla, sorunları büyük ölçüde çözmüş, fakat bu yükü taşıyabilecek ekonomik yeterlilikte olmadığını anladığından, serbest piyasa kuralları güdümüne girmekten kurtaramamış olduğu izlenir.
Kısa sürede göstermiş olduğu bu başarıların vermiş olduğu yorgunluk devresine giren AK Parti’nin fikir ve politika üreteme kapasitesinin de sonuna geldiği görülür.
Son seçimde almış olduğu oy oranını, dağılma ve yok olma ön ikazı olarak algılayan parti elitleri son kozlarını oynayarak geciktirme stratejisi geliştirmek zorunda kalmışlardır.
Muhalefetin yolsuzluklarla suçladığı bazı AK Partililerin üzerine atılan lekeler iz bırakmış, vicdanları rahatlatan aydınlığa kavuşamadığından, Ak Parti ilkelerine güvenen seçmenlerini sandığa gitmeme tercihine sürüklemişti.
Türkiye ekonomik başarılara koşarken, geniş halk kesiminin bundan pek yararlanamadığı, ekonomi kuruluşların kârlarını artırdığı görülür.
Seçimi tekrarlatarak bu yıkım trendinin önüne geçmeye çalışan AK Parti’nin muhalefetin önerdiği bazı ekonomik refah önerilerini hayata geçirme sözü vermek zorunda bıraktırılmış olması; seçim ekonomisi uygulamama ilkesini yeniden revize etmeye yöneltmiş, ilkelerinden ödün verme eğilimini hakim kılmıştır.
AK Parti’nin seçim vaatleri inanılır bulunduğundan, eksik kalan oy patlaması yaşanmış ve tek başına iktidar olabilmiştir.
Vatandaşların kafasını bulandıran yolsuzluk söylemleri, kendisinin de bu dağıtımdan pay alma mantığını üretmiş ve hükümeti destekleme kararına yönlendirmiştir.
Sadece 11 milyon emekli düşünüldüğünde, bunların göz ardı edilemeyecek yakınları hesaplandığında çok yüksek bir oy potansiyeline refah dağıtmak, tabii olarak eksik kalan reyleri toplamaya kafi gelecekti. Çünkü geçim sıkıntısı çeken bu guruba kendi akrabalarının yardım etme zorunluluğu hafifliyor, dolayısı ile onların oy tercihleri de yönlendirilmiş oluyordu.
Devletin kasasındaki halkın parası gerçek sahiplerine akarken; hem AK Parti’nin göremediği yoksul kesimin önemi ortaya çıkıyor, hem de gerçekten yolsuzluk varsa bir tür telafi edilmiş oluyordu.
İlkelerini her geçen gün esnekleştiren AK Parti’nin, İslâm kartını da millileştirerek kullanması, politikanın ayrı bir seyir alacağı işareti ve belki yeni tanımlarla kendi ikbalini sağlama seçeneği olacaktır.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com