Çok büyük olmayan, tek katlı, geniş bahçeli çocukluğumun geçtiği baba evimizi hatırlarken, hafızamdan geçen flu slaytları renklendiriyor, yavaşlatıyor kâh geri sarıp anılara çocukça özlemler giydiriyor, kâh ileri sarıp, soluksuz kalana kadar koşarak ağırlaştırılmış, hasretiyle yaşamak zorunda kaldığım babamın bacaklarına sarılıyorum..
Bir daha bırakmamak için..
Sımsıkı sarılıyorum; ağlayarak ve bir adım atsa ölecekmişim gibi hissederken, öldüğü gerçeği ile ayrılıyorum düşlerimden..
Ne zaman, aile ile ilgili bir kavram karşıma çıksa, sekiz kardeşim ile yaşadığım kocaman ailemi hatırlıyorum.
Babamın, annemin gözlerinden sakınarak büyüttüğü boy boy sekiz kardeşimle geçen en çok aile olmayı yaşayabildiğim yıllar...
En çok sevildiğim, en çok mutlu olduğum, en çok öğrenip hayata en çok hazırlandığımız yıllar.
Babamın işten dönmesini dört gözle bekler, akşamı iple çekerdik..
Bize babamızı kavuşturacak sokağın başında kalırdı gözlerimiz.
Bu yüzden olmalı ki günün en çok akşamlarını severdik.
Akşam yemeğinde, etrafına dizildiğimiz yer sofrasından aldığımız lezzetin ve yaşadığımız mutluluğun tarifi ise şimdilerde imkansız kalıyor..
Hele bir de kışsa...
Soba üstündeki çaydanlıktan çıkan suyun kaynama sesine, sobanın ağzından görünen alevin, duvarlardaki dansı eşlik ederdi ki suyun ve alevin bu şiirsel gösterisine başka hiç bir yerde rastlanamadı bir daha...
Vaktin geceye yolculuğuna, babamın anlattığı masallar eşlik eder, gözlerimizi kırpmadan ağzından çıkan her kelimeyi yutardık adeta..
Eee, her masalın sonunda imtihana tabii tutulma vardı bir de...
Ve de cevap verememe mahcubiyetine düşmeme duygusu ki babaya ve emeğe ve sevgiye haksızlık etmekten utanırdık..
Her masaldan sonra babam, hiç bıkmadan üşenmeden tek tek sorardı aklı erenlere..
"Bu hikayeyi sen olsan nasıl bitirmek isterdin?.."
"Peki neden sana göre yanlış; doğrusu nasıl olmalı?.."
Masaldaki çocuk, hırsızlık etmişse; “Neden etmemeli?.."
Arkadaşları tarafından dövülmüşse; “Orada olsaydın ne yapardın?.." gibi...
Bir sürü soru..
Bize, kendimizi masallardaki kahramanların yerine koyup sorular sorarak doğru davranış şekli kazandırırken meğer yaptığımız geri bildirimler ile de hayata hazırlıyormuş.
Düşünmeyi, analiz etmeyi, sorgulamayı öğretiyormuş babacığım.
Babamın ve annemin terbiye metodu ne kadar doğru ve etkinmiş; sonradan hayatla baş başa kalınca anladığımda bir kez daha minnettar oldum kendilerine.
Annemin, babama gösterdiği nezaket ve hürmet; babamın gözlerinde aşk olur, anneme söylediği “Sultanım" lafzının anneciğimi onurlandırması ile de bir kadının yüzünde dünyanın en güzel çiçek bahçeleri yeşerirdi sekiz çift gözün bakışı eşliğinde..
Sevgi, saygı, aşk içeriğine ait anlam ile ayrılık yaşanmamıştı o yıllarda..
Tek dertleri vatana-millete hayırlı evlatları, yüzlerinin akıyla yetiştirmekti..
Ev taksitiydi, araba taksitiydi...
"Şunu da alalım... Bu da olsun!.." diye bir gailesi olmayan ebeveynlerin çoğunlukta olduğu yıllar...
Saatlerce nasihat dinlemeden, bakışlarla terbiye olan çocukların yaşadığı caanım yıllar...
O bakışlarla, sorundan pay yüklenen çocuklardık...
Aynı yatakta, üç kardeş yatarken dolanan ayaklarımıza kardeşliğimizi sarardık...
Fısıltı ile yorganın altında konuşa konuşa uyuyakalırdık..
Sonra ne olacak idiyse büyüdük...
Tek tek uçtu herkes yuvadan, kendi masalının kahramanı olmak için..
Aile olmanın ne demek olduğunu, bir ömrü bir ömre yar etmenin, yoldaş etmenin ne büyük bir adanmışlık olduğunu da iyice öğrenerek...
Şimdilerde ise kocaman evlerde, herkesin kendi odasında mutsuz ve umutsuz olduğu parçalanmış aileler hali her yerde...
Telefon, tablet ya da televizyonların büyüttüğü çocuklar ..
Kaybolan nesiller...
Cinnet geçiren anne babalar...
Uyuyan, aileden sorumlu bakan yetkililer ve devlet birimleri…
Ve böylelikle...
Sonunda gelmişiz yine kapısına, bir Ramazan-ı Şerif’in daha…
Dualar uçuralım hep birlikte şu halimizden âlemler sultanına!
"Rabbişrahli sadri ve yessirli emri..."
.
Elif Rana, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @ElfRana_ , @dikgazete