Abbasî halifesi Me’mûn’un (v. 218/833) veziri Tahir b. Hüseyin’in (v. 207/822), halife tarafından Rakka ve Mısır valisi olarak atanan oğlu Abdullah’a (v. 230/844) yazdığı mektubun, İslami dönem Arap edebiyatının siyasi mektup literatürünün, İslâm siyaset düşüncesinin ahlâk odaklı, din ile dünya birlikteliğinin ayırt edici hususiyetini yansıtan “nasîhatnâme” türünde ilk örneği olması ve Osmanlı Devleti’nin de bu metne Osmanlı Şeyhülislâmı Damadzâde Ahmed Efendi (v. 1154/1741) tarafından yapılan Arapça şerhinin tahkikli neşriyle teveccüh göstermesi dolayısıyla siyaset bilimi açısından önemi büyüktür.
Bu mektup, sadece Osmanlı şeyhülislâmının ilgisini çekmemiş aynı zamanda İbn Tayfûr, Taberî, İbn Esîr, İbn Haldûn ve İbnü-l-Ezrak gibi yazar ve düşünürler tarafından da nakledilmiş, çağdaş araştırmalara konu olmuş, Almanca, Rusça ve İngilizce’ye çevrilmiştir.
İbn Haldûn, eseri aklî siyaset içerisinde değerlendirerek geçmiş devirlerin idarecilerinin olumlu yaşam ve davranış tarzlarının da dikkate alınması bakımından; “Bu kabil siyaset hakkında gördüğüm en güzel metin budur” demiştir.
Osmanlı idarecilerinin ilgisini çeken önemli bir husus ise eserde Osmanlı siyaset düşüncesinde merkezi bir yeri olan “nizâm-ı âlem” kavramına olan atıflardır.
Tahir b. Hüseyin, siyasi yaşamının büyük bir kısmını iç savaşlar ve taht kavgalarıyla geçirmiş bir vezir ve ordu komutanı olduğu kadar, oğlu Tahir de tüm yaşantısını özellikle Sicistân’da Haricîler, Taberistân’da Şiîler örneklerinde olduğu gibi çeşitli bölgelerdeki siyasî nitelikli isyanları bastırmakla geçirmiştir.
Tarihçiler, Tahir’in bu özelliklerine rağmen babasının mektupta yazdığı tavsiyeleri yerine getirerek erdemli bir hayat sürdüğünü ve idarecilik yaptığı günleri “refah dönemi” olarak nitelendirmektedirler.
Dönemin tarih kitaplarından da anlaşıldığı kadarıyla Abbasî halifeleri ve değişik bölgelerde idarecilik yapan memurların yoğun bir şekilde mektuplaştıkları hatta mektupların edebî açıdan kusursuz oldukları düşünülüyordu.
Bu eserde de sıklıkla “tevhid, takva, emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker, şeriata ittibâ, itidal, ihlas, itaat, ahde vefa, istişâre, infak, cömertlik, adalet, saadet, teftiş vb.” kavramlarıyla karşılaşmamız, eserin bir fıkıh örneği olmaması ile birlikte Abbasî tarihinin en etkili siyaset adamlarından birinin şahsi tecrübe ve birikimleriyle harmanlayarak oğluna yazdığı bir “nasîhatnâme” olduğunu gösteriyor.
Mektupta idarecilik görevi mertebesine ulaşmak, Allah’ın bir lütfu olarak değerlendiriliyor, bu sebeple esere göre idarecilik “şükrü mucib” bir nimettir yani bundan şükür duyulması gerekir.
“Tüm noksan sıfatlardan münezzeh olan (Sübhânehû) Allah seni idareci yapmakla sana ihsanda bulunmuş ve emrin altına verdiği kullarına karşı şefkatli (re’fe) olmanı vacip kılmıştır.
Onlara adaletle muamele etmekle yükümlü kılmış (ilzâm), onlarla ilişkilerinde seni Allah’ın hak ve hududuna riayetle sorumlu tutmuştur.
Raiyyeye karşı vazifelerin arasında onların ailelerini (harîm) ve yaşam alanlarını (beyza) savunmak, canlarını emniyet altına almak, yollarının güvenlikli olmasını sağlamak, rahat ve huzurlu yaşam sürmelerini tedarik etmek yer almaktadır.”
Gazzâlî’nin aktardığına göre Abdullah, babasına, mevcut iktidarlarının kendilerinde ve ardından sülalelerinde ne kadar süreyle kalacağını sormuş, Tahir de iktidarın süresini “iktidarın bekasını adalet ve insafla muâmele etmeye” bağlamış ve idarecinin zihin tutumuna dair çizilen çerçevede de peygamberlik makamından sonra en değerli mertebelerden biri olarak idareciliği göstermiştir.
“İdrak (fehm), akıl ve nazarını (basar) bütünüyle işine yoğunlaştır; hiçbir meşguliyet bu işini yapmaktan seni alıkoymasın.
Çünkü senin işinin aslı, içinde bulunduğun durumunun esası (Allah’ın seni yükümlü kıldığı tüm bu hususlardaki) yoğunlaşmanda saklıdır.
Allah’ın seni bu şekilde doğru yola ileteceği ilk husus budur.”
Tahir B. Hüseyin, dini bilgiler de verdiği mektubunda dindarlığa ilişkin olarak da dindarlığı; idarecinin, insanların itaat, ünsiyet ve güvenlerini kazanmaları yönünde halkın kendisiyle olan ilişkisinde önemli bir sosyal ve psikolojik motivasyon aracı olarak tanımlamıştır.
Ayrıca bir konuda hükme varmak gerektiğinde kişinin içinde bulunduğu psikolojik durumdan etkilenme olasılığını gözeterek idarecinin hem doğru bir şekilde karar vermesi adına kendine hâkim olmayı öğütlüyor hem de sağlıklı karar vermesine engel olan hususlardan uzak durması, uzak duramayacaksa bu hali geçinceye kadar herhangi bir konuda karar vermemesi gerektiğini salık veriyor.
“Gazaba gelmemeye çalış, gazaplanmışsan kendine hâkim ol.
Vakarlı ve hilim (uysallık) sahibi olmayı yeğle. (Raiyyeni yönetip memleketi idare ederken) hiddete düşmekten, vakarını zedeleyecek şekilde davranmaktan ve gurura kapılmaktan sakın.
Asla ‘Ben mutlak söz sahibiyim, dilediğimi yaparım’ anlayışına sahip olma.
Çünkü bu durum artık senin sağlıklı düşünme imkânını ortadan kaldırır ve bir olan, ortağı bulunmayan yüce Allah’la olan ilişkini zedeler.
Samimi niyet ve itikat sahibi ol, bu yollara meyletme.”
İdarecinin vazgeçemeyeceği uygulamalar arasında istişâreyi merkezi bir yere koyan Tahir b. Hüseyin askerlerin maaşları hususuna da önceki tecrübelerine dayanarak önemli bir yer vermiştir.
“Ordunun divandaki alacaklarını dikkatlice incele, maaşlarını bolca vererek öde. Geçimlerini sağlama hususunda askerlerine bir genişlik göster ki, Allah onlardan geçinme sıkıntısını gidersin.
Böyle yaparsan sana daha kuvvetli destek çıkar, sana ve emirlerine kalpleri daha rahat olarak ihlasla ve gönül huzuruyla itaat ederler.”
Tahir, idarecinin raiyyesine karşı sorumluluklarına dair bazı değerlendirmelerde de bulunmuş ve hitabete önemli bir yer vermiştir.
“Yüce Allah’ın emrine karşı tavizsiz ol.
Şüpheli hususlardan kaçın.
Hadleri uygula.
Aceleyi azalt.
Kızgınlık ve vesveseden uzak dur.
Payına düşene kanaat et.
Kendi tecrübenden istifade et.
Nerede, niçin susacağın konusunda uyanık ve dikkatli ol.
Konuşurken azametli ol.
Yani fısıltı şeklinde yahut şarkı söylercesine yahut kadınların konuştuğu gibi konuşma; güçlü kimseler nasıl konuşurlarsa öyle konuş.
İdarecilik makamına yaraşan budur.
Düşmanına insaflı davran.
Şüpheli hususlarda tevakkuf et ve kesin delile ulaşmaya çalış.
Hüküm verirken raiyyenden hiç kimse konusunda olumlu ya da olumsuz tavırların etkisinde kalma.
Karar verdiğinde sabit-kadem ol, ancak ****ni ile hareket et.
Murakabeyi elden bırakma, nazar et, tefekkür et, tedebbür et, olayı ibret nazarıyla incele.
Rabbinin rızasını gözeterek mütevazı ol ve tüm raiyyene rıfkla muamele et, haktan ayrılma.
Süratle davranıp kan dökmeye yeltenme. Ola ki haksız yere dökersin. Zira insanların canları Allah katında çok yüce bir mertebededir.”
/…/
“İnsanların sana ulaşmalarını sağla, yüzünü göster onlara.
Muhafızların ahaliye kaba davranmasın.
Onlara kol kanat ger, asık suratlı olma.
Konuşurken, birinden bir şey talep ederken nazik davran.
Cömertlik ve kereminle muamele et insanlara. Bir şey vereceğin zaman gönülden ve kırmadan ver. Başa kakmadan ve kaba muameleye başvurmadan verilen her hediye Yüce Allah’ın izniyle kârlı bir ticarettir.”
Son olarak Tahir, yine istişâreyi merkeze alarak bir konuda karar vermeden önce yeteri kadar inceleme ve araştırma yapmanın önemine vurgu yaparak şu önemli cümleyi sarf ediyor:
“İşlerin varacağı yer iyi hesaplanmazsa istenilen sonuç elde edilmez…”
Mektup, son bir kez daha istişârenin önemini vurgulayıp, idarecinin yakın çevresine dair bazı tespitlere temas ederek sonlanmaktadır.
Burada dile getirilen düşüncelerde, dört halife sonrası dönemde idarecilerin yakınlarındaki kişileri özellikle ulemâyı, tamamen “siyasi otoriteye dalkavukluk” ile itham eden yaklaşımları sorgulamaya vesile olacak önemde bir dizi tespit yer alıyor.
“Sık sık ulemayla otur, onlarla istişâre et, onların arasına karış.
Senin muhabbetin ve kalbinin meyli sünnetlere tabi olup onları yerine getirmeye, faziletli ve üstün olan işler yapmaya olsun.
Çevrendekiler içerisinde en çok değer verdiğin kimseler, sende gördükleri bir kusuru, makamının heybetinden korkmadan sana gizlice söyleyebilsinler ve gördükleri eksiklikleri sana bildirenler olsun.
Zira yakın çevren, senin nasihatçilerin ve destekçilerin olmak durumundadır.”
/…/
“Bu mektubumu iyice anla; sık sık incele ve burada yazılanlarla amel et.
Tüm işlerin hususunda Allah’tan yardım talep et, hakkında hayırlısını vermesini iste.
Zira yüce Allah salâhtan yanadır, sâlihlerle beraberdir.
Tüm bir yaşamın ve en çok istediğin şey, Allah’ın rızasının olduğu, İslam’ın nizam bulacağı, Müslümanların izzet ve destek göreceği, zimmet ehlinin de adalet ve salâha kavuşacağı hususlara yönelik olsun.
Yüce Allah’tan sana güzel bir şekilde yardım etmesini, seni muvaffak kılmasını, doğru yola iletip muhafaza buyurmasını niyaz ediyorum…”
Bir idarecinin sahip olması gereken matlup nitelikler ile idaresini dayandırması öngörülen temel dinî/ahlakî ilkeleri ele alan “nasihatnâme” literatürünün ilk örneklerinden birisi olmasıyla bu mektup, günümüzde ‘Siyasal Bilgiler Fakültesi’ derslerinde, sınavlarında karşımıza çıktığı kadar siyaset bilimi meraklılarının da edinip okuması gereken bir eser olarak günümüz siyaset bilimi literatüründe de kendisine yer ediniyor.
.
Halil Emrah Macit, dikGAZETE.com