14 Mart 2020… “Şahları da Vururlar” oyununa da 40 yıl önce “bugün” başlamıştık.
Aslında hedefimiz 12 Mart’tı ancak canımız Ajlan’ın geciktirmesiyle 2 gün rötar ve Zafer Diper’in katılımıyla sarkmıştı prömiyer -Latince’den gelmedir “ilkgece" demektir-.
Fer’an, 40 yıl sonra yeni kadroyla 14 Mart’ta başlayacağını ilan etmişti; “Şahlar” bu kez de virüs kaptı, ertelendi..
40 yıl öncesi “bitirici virüs”ü yazmanın da tam “timing”i…
Önceden yazmıştım; ne telefonumuz ne reklamımız var.
Telefona, Yapı Endüstri Merkezi’nden çağırıyorlar…
Gişede de Ben, Ferhan, Halit Akçatepe dönüşümlü duruyoruz.
İlk günler Biz, Halit’le yan büfede eser miktar kaşarlı tost kemiriyoruz.
Feran koşarak geldi; “İki kişi bilet aldı ilk.”
Hemen koşuşturduk görmek için, yakalayamadık!..
Seyirci, 15 ila 20 en fazla birgün 7 kişi geldi.
Bir kişi burda, biri şurda ikisi önde serpme bir ikisi de ayrı.
“Napıcaz yahu; komedi oynuyoruz kalabalık gerek…"
Hatta başınıza gelmiştir sinemada ve veya tiyatroda bir avuç seyirciyi yan yana gurup halinde oturtur gişeci ve kankası yer gösterici.
Herkes de mızırdanır; “Bu kadar boş yer varken!..”
Halbuki özellikledir, insanlar bir arada, dirsek temasında sıkışık oturursa gösteriden daha çok tad alırlar; sinerji sarıp sarmalar salonu.
O da ne!..
7 kişi, alkış-kıyamet, bir coşku, bir katılım…
Ya hu biz sizden fazlayız bu ne nümayiş?
“Tamam” dedik; 7 seyirciyle oyun havalanıyorsa devam, asılacağız!
1 ay sonra fulledik ve Şahlar, 4 yıl sürdü; 500 bilmemkaç kez sergilendi.
Ancak o dostça, arkadaşça hanidiyse komünal hava dağıldı; Fer’an kendisinden başkasını sokmamaya başladı gişeye…
Uçuşa geçmek üzere Şah, pistte hızlanmaya başladı.
Birgün tiyatroya çok erken gittim.
Hep yaptığım gibi…
Size tuhaf gelebilir ancak karanlık sahnede gezinir, dekorları okşardım.
Başka ekiplerle paylaştığımız sahnelerde bile.
Kulise girdim, solda duvarda 3 dosya kağıdı asılmıştı, köpükten satranç figürleri, üstüne dekor için strafordan kesilmiş ancak kullanılmamışlardı.
“1. A4”
Ben sahnede oynarken kuliste çok gürültü oluyor Konsantrasyonum bozuluyor!
-OYUNCU FERHAN ŞENSOY-
İlahi Fer’an, biz “Ortaoyuncular”ız ne konsantrasyonu onu biz bu sahneye gömmüşüz.
“2. A4”
Benim verdiğim mizansenleri değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur!
-YÖNETMEN FERHAN ŞENSOY-
E be Fer’han, oyunun yönetmenleri üçümüzüz; sen sahnedeyken biz aşağıdaydık, ben sahnedeyken Halit ve veya sen.
Hatta “Şah Süreyya Köylü Karısı” 4’lü sahnede sen iki lokal ışıkta oynatmak isterken, ben karışıp 4’lüyü iç-içe oynatmıştım, pek de hoş olmuştu.
Dahası beraber vitrini yaparken; “Fer’an senin ismin var yönetmen olarak da seni yazalım” dediğimde beni azarlayıp.
“Ortaoyuncular’da yönetmen yoktur!..” demedin miydi?
“3.A4”
Benim yazdığım oyuna tek kelime eklemeye kimsenin hakkı yoktur.
-YAZAR FERHAN ŞENSOY-
Ferhan! Haydi benim eklediğim iki-üç espri neyse; Halit Akçatepe’nin yazım ve dramatürjide büyük katkısını nasıl yok sayarsın!..
Elbet yazar sensin “Bürokrasi” ve “Diba Kuaför” sahnelerini biz çıkarttırmadık mı sana.
Hem burası Ortaoyuncular… Tuluatsız, Yumurtasız Omlete benzer oyun.
“Üç köpükten figür”ü duvardan indirdim, kafasına geçirmek üzere Ferhan’ın, müdüriyete yollandım; önümü Tarık kesti, “Sultani”den sınıf arkadaşı Papuççuoğlu.
“Bak” dedim; “Bu Fer’an’a hala mektebin en matrak çocuğu muamelesi yapıyorsunuz!.. Bu giderek kafayı yer…”
“Evet öyledir; o mektebin en matrak çocuğudur” diye üsteledi Tarık.
Süreç, benim ve Halit’imin ayrılmasına kadar uzandı.
Sonraları da Tarık’ın.
-“Hayatta Oynamam” adlı kitabımdan-.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com