"Mâh-ı Muharrem’e girerken” başlığı altındaki yazısında Gökhan Özcan, burada 3 yıl önce, "Muharrem ayı Hicret’in yıldönümü değildir!” denilerek, hemen ardından ise "Muharrem Ayı’nda sûrurlu iş yapılmaz!” diye iki yazı ile o mübarek ayın asıl önemine dikkat çekilmesinin ardından aynı mevzuya girdi, DİYANET’e “mail” yoluyla ulaşılamamasından ötürü meseleye köşeden girdiğini kaydetti ve bakın neler yazdı:
:
Her sene Muharrem ayının başlangıcına en yakın Cuma namazının hutbesinde Hicrî yılın başı olması münasebetiyle tebrik mesajı veriliyor. İşin bu kısmında bir sıkıntı yok, Hicrî yıl söylendiği gibi gerçekten de Muharrem ayı ile başlıyor.
Sıkıntı meselenin devamında…
Neredeyse her yıl hutbenin devamında bu tarihin Hicret’in yıldönümü olduğu da ifade ediliyor.
Oysa sahih İslam Tarihi kaynaklarında Efendimizin (SAV) Hicret yolculuğuna başlangıcının 26 Safer, hitamının da 12 Rebiülevvel olduğu açıkça ifade ediliyor.
Yani Muharrem ayının ilk gününün Hicrî yılın başı olduğu doğru olmakla birlikte; geçtiğimiz Cuma günü hutbelerde maalesef bir kere daha dile getirildiği gibi Hicret’in yıl dönümü olduğu ifadesi doğru değil…
HİCRETİN NE ZAMAN BAŞLAYIP BİTTİĞ BELLİ İKEN….
Hicretin ne zaman başlayıp bittiği sarahaten belli olduğuna göre her yıl ısrarla bu yanlışa neden düşülüyor?
İnsanlarımız neden böyle bir kafa karışıklığına sürükleniyor ve yanlışlığı bu kadar açık bir mesele yıllardır makul ikazlara rağmen neden bir türlü düzeltilemiyor?
Bunları sormak, bu konuda hassasiyet göstermek o camileri dolduran cemaatin fertleri olarak herhalde bizim hakkımız…
HİCRET İLE İLGİLİ HUTBE İRAD EDİLECEKSE...
Bu basit bir mesele değil çünkü, İslam Tarihi’nin en önemli meselelerinden biri…
Asr-i Saadet için hayatî bir dönüm noktası…
Artık alışkanlık haline gelen bu hatalı söylem sebebiyle bu fevkalade önemli hadisenin tarihi insanlarımızın hafızasına yanlış şekilde kazınıyor.
Hicret ile ilgili bir hutbe irad edilecekse, ki elbette edilmelidir, bunu Safer ayının son haftasına ya da Rebiülevvel ayının ilk iki Cuma namazından birine denk getirilmesi daha uygun ve herhalde daha hayırlı olacaktır.
Çünkü bu sayede bir büyük yanlıştan dönülmüş ve doğru bulunmuş olacaktır. Bir vatandaş olarak buradan beklentimi ifade edeyim ki, kayıtlara geçmiş olsun.
KERBELA’YI CAMİLERDE NEREDEYSE GÖRMEZDEN GELME...
Muharrem ayı ile ilgili bir diğer beklentimiz de Kerbela hadisesinin hutbe ve vaazlarda bir iki kuru cümle ile geçiştirilmeyip hakettiği şekilde gündeme getirilmesidir.
Geçen yıl Muharrem ayının 9. gününe denk gelen hutbeye Şühedâ-yı Kerbelâ’ya rahmet niyazı ile başlanmış ve fakat bir iki cümlelik bu kısacak paragrafın ardından, hutbenin geri kalanı tamamen Camiler Haftası konusuna bırakılmıştı.
Etrafımda bu duruma anlam veremeyen pek çok insan olduğuna şahidim.
Bu tarihi meselenin hassasiyetinin elbet farkındayım; İslam tarihinin bazı dönemlerinde bu meselede tansiyonun epeyce yükseldiğinden, acılar yaşandığından da haberdarım.
Ama bütün bunlar bizim bu yakıcı hadiseyi camilerimizde neredeyse görmezden gelmemizi haklı çıkarmıyor.
Ehl-i Beyt’i sevmek Kur’anî bir emirdir, Ehl-i Beyt-i Mustafa’ya kasteden her kötülüğün bizim kalplerimizi de yakması, acılarının bizim derûnumuzda da mâkes bulması icap eder.
Camilerimizde meselenin cemaate yine sarih bir dille anlatılması ve üstü örtülü tutulduğu için zihinlerde bu mesele ile ilgili oluşan muğlaklığın giderilmesi lazımdır.
KURU BİR-İKİ CÜMLEYLE GEÇİŞTİRİLMESİ KABUL EDİLEBİLİR DEĞİL…
Daha da önemlisi, geçen seneki hutbede ifade edildiği gibi, “Şehitlerin serçeşmesi, Cennet gençlerinin efendisi, Allah Resûlü’nün iki güzide torunundan biri, Müminlerin gözbebeği Hazreti Hüseyin’i (ra)” ve diğer Kerbelâ şehitlerini bir iki cümleyle değil, meselenin (hiç şüphesiz) hakettiği ağırlık içinde yâdedilmesi gerekir.
TRT’nin çekinmeden özel programlar yaptığı bir konuyu, Diyanet kurumunun hazırladığı hutbelerde (muhtemel ki “fitne çıkar” gerekçesiyle) kuru bir iki cümleyle geçiştirmesi anlaşılabilir ve kabul edilebilir değildir.
Elbette bu kurumun karar vericileri bizden daha iyi bilirler:
Hakikatten asla fitne çıkmaz!
Mesele hakikati dosdoğru ifade edecek lisanı bulabilmektir.
Kaza ve kader diyorsak, yaşananların tesadüflerden oluşmadığına iman ediyoruz demektir.
Her yaşanmış olanda inananlar için ibretler vardır.
Tedbiri abartarak, istikametimizi dosdoğru tutma adına hepimizin ihtiyacı olan ibretlerin önünü kesmeyelim, vebale girmeyelim.
10 Muharrem’e adım adım yaklaşırken meseleye dikkat çekmeyi vazife bildik.
Bilesiniz ki acizane kanaatimiz budur; tarafınıza ulaşmak için başvurduğumuz mail adreslerinden mesajlarımız geri döndüğü için hayır umarak buradan beyan ederiz.
Çünkü bu imtihan hepimizin ortak imtihanıdır.
Yeni Hicrî yılın hepimiz için hayır ve bereket getirmesini, Ümmet-i İslam’ın tevhid şuuruna erişmesine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.
Gökhan Özcan, Yeni Şafak -10 Eylül 2018, Pazartesi-
.
Yazıda, bazı paragraf atlatmalarla, siyahlaştırma ve ara başlıklar bize aittir.
dikGAZETE.com