Cezaevlerinde tecavüzcülerin ve tacizcilerin yattığı koğuşu anlatan ‘Damat Koğuşu’ filminin yönetmeni İlker Savaşkurt ile başrol oyuncusu Musa Can Pekcan, iHA'dan Güneş Coşkun’un sorularını cevapladı. Sofya, İstanbul, Harlem, TheEuropean Film Festivalleri'nden bir çok ödülle dönen filmin bu başarısında bir çok kişinin emeği olduğunu belirten İlker Savaşkurt; “O yüzden bize başlangıçta inanan arkadaşlarımıza ve destek çıkan herkese teşekkür etmek istiyorum. Bizim bir fikrimiz vardı. İnsanlar ve arkadaşlarımız bize inandılar. Hep beraber bu fikrin peşine düştük bunu oluşturmaya çalıştık. Daha iyilerini yakında yapmayı umuyoruz.” dedi.
Filmde ağır ve hassas bir konu işleyen yönetmen Savaşkurt, kendilerini böyle bir film çekmeye iten şeyin özellikle son yıllarda Türkiye’de yaşanan cinsel istismar, tecavüz vakalarındaki artış olduğunu söyledi. Savaşkurt, bunun sosyal medyada ve haberlerde daha fazla görünür olmasının da filmin çıkış noktası olduğunu belirterek, “Film gerçek bir hikayeden alıntı, biz 10 yıl öncesinde bir hikaye dinlemiştik. Bu hikayenin filmle paralel giden yönleri de var, tamamen kurgu yönleri de var. Bizi tetikleyen şeyde özellikle son yıllarda Türkiye de bu cinsel istismarın, tecavüz vakalarının artışı ve sosyal medyada , haberlerde daha fazla görünür olması. Bu bizi devamlı düşündürüyordu zaten. Bu konu ne zaman irdelenecek ya da ne zaman daha farklı tarzda cezaevi filmi yapılacak diye düşünürken, böyle bir konuyu işleyen filmi biz yapalım dedik” diye konuştu.
İNSANLAR YİNE KENDİ CEZA YA DA ADALET SİSTEMİNİ GETİRME İHTİYACI DUYACAK”“Film cezaevlerinde cinsel istismarcı mahkumların konulduğu koğuşlardaki uyguladıkları kendi adaletlerini anlatıyor. Sistem her ne kadar devletin koyduğu yasalar çerçevesinde işlese de insanlar yine kendi ceza ya da adalet sistemini getirme ihtiyacı duyacak” diyen yönetmen Savaşkurt, sözlerini şöyle sürdürdü: “Devletin ya da devletlerin koyduğu kurallar coğrafi ya da bölgesel olarak sürekli şekil değiştirir. Şu an 50 km ötede konulmuş aynı kural yaptırımları kesinlikle çalışmaz. Bu biraz insani bir şeydir. Bu yüzden kurallar ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olursa olsun insanlar yine kendi ceza ya da adalet sistemini getirme ihtiyacı duyacaktır. Bu da tam sormak istediğimiz sorulardan birisi, yani gerçek adaletin, ya da gerçek suçlunun kim olduğunu soruyoruz biz de.”
“SEN DAHA BÜYÜK BİR SUÇ İŞLEDİN DİYE ONU HEMEN CEZALANDIRABİLİYOR”Filmde suçun derecelendirmesini, cinayet işleyen bir mahkumla, tecavüz suçu işleyen bir mahkumun arasındaki o ince çizgiyi ekrana taşıdıklarını aktaran Savaşkurt, suçlunun suçluyu cezalandırması ve bunu bir hak olarak görmesi sorusuna verdiği cevapta; “Bu biraz da sınıfta, mahallede veya askerde bulunmak gibi, yani kitapta yazılmayan ya da yazılı olmayan hiyerarşik sistemler var. Damat koğuşunda da iki tecavüzcü birbirini cezalandırabiliyor. Bu belli bir şekilde derecelendirmiş. Biri çocuk tecavüzcüsü, diğeri başka türlü bir istismarcı. Mahkumlar kendi derecelendirmelerini yapıp hemen ceza kesebiliyorlar. Bu belki de koğuş sisteminin getirdiği bir şey. İnsanlar daha iyi ayrışmış şekilde olsaydı belki böyle olmayabilirdi. Doğru yolu nedir, hatta doğru bir yolu var mıdır pek emin değilim ama belli bir yerde koğuş sistemi de güzel bir sistem. Çünkü insanlar karşı çıksalar da özellikle bizim gibi coğrafyalar bu tarz sistemleri sever, bu kademelendirme neye göre oluyor gerçekten de hiç bilmiyorum" yanıtını verdi.
“EMPATİ YA DA SEMPATİ KAVRAMLARINA İZİN VERMEDİK”Savaşkurt, "Filmi yaparken vizyonu bu kadar düşünmüyorduk.Film halk için olan bir sanat biçimidir, o yüzden filmi çekerken, biz birazda halk gibi düşünmeye çalıştık. Bu da bizi şöyle etkiledi; tüm bunlar yaşanırken biz içeriye birazda sadece mercek tutmak istedik o yüzden empati ya da sempati kavramlarına izin vermedik. Mesela Musa bir başrol olmasına rağmen aslında tamamen başrol değil. Musa’yla kesin bir içsellik kurmadan, suçluya, masuma, gardiyana kısacası herkesin hayatına biraz biraz bakıyoruz. Seyreden herkesin filmden istediğini anlasın istedik çünkü bizim filmde geçen ortamda ve filmin konusuyla ilgili ne düşündüğümüzü ifade etmemiz yanlış bir şey olacaktı. Konuyu elimizden geldiğince izleyenlerin düşüncesine bırakmak istedik” diye konuştu.
“HADIM VE İDAM CEZALARI CAYDIRICI BİR ETKEN DEĞİL TETİKLEYİCİ BİR ETKENDİR”Günümüzde güncel bir konu olan idam ve hadım konusunun caydırıcı bir etken olmadığını, tam tersi yapma dürtüsünü tetiklediğini sözlerine ekleyen Savaşkurt, “Kültürümüz itibariyle 600 700 yıllık geçmişimizde idam ve hadım cezalarının olması neticesiyle bu cezalar Türkiye için normal gözükebilir. Ama son 50 veya 100 yıldır böyle bir durumu yaşamadığımız ve gözümüzle görmediğimiz için özellikle yeni jenerasyonda bu konunun konuşulması çok rahat olabilir. Fakat bana idam ve hadım cezalarının getirilmesi suçlara engelleyici bir etki midir diye sorarsanız, biraz araştırma yapınca tetikleyici etki olduğunu söyleyebilirim. İdam veya hadım cezaları artış gösterdikçe, insanları suç işlemeye tetiklediği gibi suç oranı da artar. Bu konuya psikolojik olarak yaklaşmak gerekebilir ve bu konuda küçük yaşlarda başlayan eğitimler verilebilir. Hadım ve idam cezalarının toplumda caydırıcı bir etken olacağını düşünmüyorum" dedi.
“O ÇİZGİ BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİYDİ”Başrol oyuncusu Musa Can Pekcan ilk uzun metrajlı film deneyimini ‘Damat Koğuşu ‘nda yaşadı. Başrol olan Yusuf Şengül rolü için hazırlık sürecinden bahseden Pekcan; "Senaryoyu okurken karakterin belli başlı özellikleri vardı. Her şey den önce senaryo ilk geldiğinde 90 kiloydum yani kilo vermem gerekiyordu. Öncelikle Yusuf’u oynayacak bir adam kırmızı yanaklı olamazdı. Bunun sonrasında kendi içimde Yusuf’un masumiyeti ile ilgili büyük tartışmalar yaşadım. Senaristimiz Mehmet Kala ve yönetmenimiz İlker Şavaşkurt ’la sürekli olarak bunu tartışıyorduk; Yusuf masum mu değil mi, yaptı mı yapmadı mı. Yusuf'u o ince çizgide tutmak çok önemliydi. Çünkü Yusuf bütün filmin terazisiydi. Yusuf için net bir şey söylediğimizde film de net bir şey söylüyor, fakat biz net bir şey söylemek istemiyorduk. O yüzden o çizgi benim için çok önemliydi” ifadelerini kullandı.
“ÇOK BÜYÜK BİR TECRÜBE AMA AYNI ZAMANDA ÇOK BÜYÜK BİR KAOS”İlk uzun metrajlı film deneyiminin, filmde başrol oynamanın ve bu kadar zor bir role gelmenin çok büyük bir tecrübe ama aynı zamanda çok büyük bir kaos olduğunu belirten Pekcan, sözlerini şöyle sürdürdü: "İlk uzun metraj ve başrol oynamanın dışında Damat Koğuşun’da Yusuf Şengül gibi birini oynamak bir oyuncu için çok büyük bir iş çok büyük bir tecrübe ama aynı zamanda çok büyük bir kaos çünkü tecrübesizlik olduğu için sette bir yerden sonra Yusuf’a dönmeye başladım, rolden çıkamadım diye düşünen bir biri değilim. Öyle bir oyunculuk anlayışım yok ama 14 gün boyunca Yusuf’ u oynamak, o şeyleri yaşamak bende bir süre sonra deformasyon yaşatmaya başladı. Bir gün İlker, Yusuf gibi uyuyorsun git başka yerde uyu demişti çünkü biz çok yoğun çalışıyorduk ve koğuşta gördüğünüz o ranzalarda uyuyorduk. Çok zordu ama çok keyifliydi.”
“İTİRAF ETMEK ÇOK ZOR BİR YERE DÖNÜŞEBİLİR”“Yusuf Şengül rolü için için masum diyemeyiz, itiraf edebilecekken neden susuyor” sorusuna Pekcan, şu yanıtı verdi:
“İtiraf edebilir mi bilmiyorum çünkü içeride onca şey yaşadıktan sonra bir şeyleri itiraf etmek çok zor bir hale gelebilir. Daha koğuşa girer girmez, hatta koğuştan önce karakola girer girmez bir suçlu damgasıyla içeriye giriyorsunuz ve siz suçsuz olduğunuzu söylediğiniz anda kimse suçsuz olduğunuzu düşünmeyecek. Dolayısıyla Yusuf koğuşa gelene kadar belki yirmi, otuz kere suçsuz olduğunu söyledi, işe yaramadığını gördü. Koğuşun içindeki diğer adamlar da suçlu olduğu ve artık koğuşun içinde olduğu için bunu tekrar tekrar söylemesinin bir manası olmadığını düşünüyor. Yusuf bu nedenle sessiz, bu nedenle izliyor ve hayatta kalmaya çalışıyor.”
29 Eylül itibariyle vizyona giren ’Damat Koğuşu’ filmi yönetmen İlker Savaşkurt ‘un ilk uzun metrajlı filmi özelliğini taşıyor.
dikGAZETE.com