İstanbul
İstanbul Medeniyet Üniversitesi (İMÜ) Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mahmut Gümüş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kadınlardaki meme kanserinin erkeklerdeki karşılığı olarak nitelendirdiği prostatın yaşlılık hastalığı olduğunu söyledi.
Türkiye'de her yıl 220 bin civarında konulan yeni kanser tanısının 30 binini prostatla ilgili vakaların oluşturduğunu aktaran Gümüş, prostat kanserindeki yaş ortalamasının 68-70 civarında olduğunu dile getirdi.
Gümüş, bu hastalıktaki erken tanının önemine işaret ederek, prostat kanserinde sağ kalım oranlarının yüzde 95'lerin üzerinde olduğunu ancak bir organa sıçradığında bu oranın yarı yarıya düştüğünü kaydetti.
Yaş ortalamasının artması, yaşlı bir nüfusa sahip olmanın ileride prostat kanseri sıklığının artacağını gösterdiğini aktaran Gümüş, "Yaşlılık dönemi hastalığı gibi. Yaşlılık döneminde olması hastaların yaşam kalitesini artırmak ve tedavilerini yapmak açısından bize daha fazla sorumluluk yüklüyor." dedi.
PSA (Prostat Spesifik Antijen) testinin 1995'li yıllarda bulunduktan sonra tanıda yükselme olduğuna işaret eden Gümüş, bazen yaşam boyu sıkıntı oluşturmayacak prostat kanserlerinin bile bu taramayla teşhis edilebildiğini o yüzden doktor tavsiyesi ile aile öyküsü ve şikayeti olanlar üzerinden test yapılmasının doğru olacağını ifade etti.
Beslenme konusunda Akdeniz diyetinin çok ideal olduğunu vurgulayan Gümüş, "Bizim de bulunduğumuz coğrafyada bu diyet çok kolay uygulanabilir. Onun dışında işte sarı-yeşil sebzelerin birtakım faydası olduğu hep söylenir. Ama diyeti sağlıklı dönemde önerip daha sonrasında hastalığı önlemek için kullanmak daha önemli. Sonuçta tüm kanserlerle ilgili bu sedanter yaşam ve obezite her şeyi bozuyor." diye konuştu.
"Mutlaka işlenmiş, hazır gıdalardan uzak durmak gerekir"
İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saadettin Kılıçkap ise prostat kanserinde genetik geçişli olmayan risk faktörlerinin başında yaşın geldiğini söyledi.
Kılıçkap, 40 yaşının altında prostat kanseri görülme sıklığının oldukça düşük olduğunu, 50 yaşından sonra bu trendin giderek arttığını ve 60'lı yaşlardan sonra da tepe noktaya ulaştığını vurgulayarak genetik faktörlerin de yaş kadar önemli olduğuna işaret etti.
Tüm prostat kanserlerinin yaklaşık yüzde 10-11'lik kısmını genetik geçişli olduğunu, bu hastalarda prostat kanserinin daha erken dönemlerde ve agresif görülmeye başladığını kaydeden Kılıçkap, hormonlar dışındaki risk faktörlerinin beslenme alışkanlıkları, obezite, fiziksel aktivitenin yetersizliği olduğunu vurguladı.
Kılıçkap, erken teşhis için normalde 50 yaş üzerinde tarama önerilirken aile öyküsü olan bireylerde tanı konulmuş en genç olgudan 10 yıl öncesine giderek taramaya başlanması gerektiğini kaydetti.
Sadece prostat değil tüm kanser türleri için beslenmenin önemine işaret eden Kılıçkap, "Mutlaka işlenmiş, hazır gıdalardan uzak durmak gerekir. Mümkünse gerçekten o gıdanın hazırlanma aşamasına kadar, nasıl bir yol izleyerek sofraya geldiğini bilmek gerekir. Çünkü raflarda daha uzun süreli muhafaza edilebilmesi için kullanılan bazı hormonlar ve bazı katkı maddeleri maalesef uzun süreli ve sürekli kullanıldığında kanserojen olabiliyor." değerlendirmesinde bulundu.
Tanı konulduktan sonra eski alışkanlıklara dönmek tedavinin seyrini bozuyor
Türk Tıbbi Onkoloji Derneği (TTOD) Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nuri Karadurmuş da prostat kanserinin yaşlılık kanseri kaderi gibi gözüktüğünü, hayatı tehdit etme riskinin yüksek olduğunu dile getirdi.
Prostat kanseri tanısı alındığında "hemen ameliyat olmalıyım" ön yargısına gidilmemesi gerektiğini belirten Karadurmuş, vücutta başka bir yerde olup olmadığının tespit edilip tedaviye yönelinmesi gerektiğini vurguladı.
Karadurmuş, erken evrede hastalığı yenebilmek için en güzel çözümün ameliyat olduğunu belirterek, yaş ve ameliyattan uzak durma gibi hasta tercihlerinde ise hormon iğneleri ile radyoterapinin tedavi seçenekleri arasında yer aldığını aktardı.
Prof. Dr. Karadurmuş, dördüncü evre olarak tanımlanan organlara, kemiklere, karaciğer ve lenfler gibi alanlara yayılmış kanser tanısında ise tedavi için izlenen yolu şöyle anlattı:
"Eskiden çok önemli bir tedavi ajanı olan kemoterapi saç döküyordu, bulantı yapıyordu ama etkindi. Fakat günümüzde ev şartlarında alabilecekleri akıllı ilaçlarla hastalarımız gerçekten hastaneye ayda bir başlangıçta, sonrasında 3 ayda bir medikal onkoloğuna gidebileceği akıllı hap diye halkımızın arasında bilinen ilaçlarını kullanabiliyor. Yine androjeni baskılayıcı iğneleri aylık, 3 aylık formlarda kullanabiliyorlar. Böylece yaşı gereği yapması gereken aktivitelerini yerine getirebiliyor. Ama bazen prostat kanseri gerçekten agresif gibi gözüken akciğer, pankreas kanseri gibi ciddi tümör yükü yapabiliyor. Akıllı ilaçlar, hormon iğneleri ve yine kemoterapinin birlikte kullanıldığı tedaviler, hayatta kalma şansını sağlıyor."
Hareketsiz ya da düzensiz yaşamın ve obezitenin risk faktörü oluşturduğuna işaret eden Karadurmuş, tanı konulduktan sonra hastanın eski alışkanlıklarına dönmesinin tedavinin seyrini bozacağını belirtti.
Bu durumun ilaçların doz ayarlaması gibi bir takım sorunları beraberinde getirdiğini ifade eden Karadurmuş, şunları kaydetti:
"Mutlaka fiziksel aktiviteyi, kilo vermeyi ve Akdeniz tipi diyeti, sebzenin, salatanın ve gerçekten bol sıvı tüketiminin olduğu bir diyeti öneriyoruz. Olduktan sonra da bu şekilde devam etmek mevcut tedaviye uyumu da artırır. Çünkü neden? Kemoterapi veriyorsanız kilolu bir kişiye daha fazla, dolayısıyla daha çok yan etki. Akıllı ilaçlar kullanıyorsanız ilaç, ilaç etkileşimlerini etkiler. Çünkü obezite yanında tansiyonu, diyabeti, dolayısıyla ilaçları getirecek. Yani ne kadar sağlıklı yaşamaya, harekete, diyete devam ederse eş, yandaş, düşmanları da azaltacağı için bu bizim önereceğimiz temel noktadır."
Kaynak: AA
dikGAZETE.com