Marmara Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Atilla Karataş, yaptığı açıklamada, Türkiye'de petrol ve gaz aramacılığında sismik yöntemlere ağırlık verildiğini ancak bu yöntemin rezervuar hedefli olması nedeniyle sondaj yapılmadan söz konusu bölgede hidrokarbon olup olmadığının tespit edilemediğini söyledi.
Karataş, bu nedenle aramacılıkta maliyetin çok yükseldiğini dile getirerek, "Bu yöntemle çok başarılı sonuçlar alamadığımız belli oluyor. Üzülerek söyleyeyim ki sismik yöntemlere tespit edilen rezervuarlar, şimdiye kadar Türkiye'de doğal gaz veya petrole ulaşmanın önünü açmamış. Biz yer altından haber almak zorundayız ki orada ne olduğunu bilelim ve bu kaynağa ulaşalım." diye konuştu.
Türkiye'deki hidrokarbon sahalarının birçok açıdan dünyanın başka bölgelerindeki sahalara benzemediğine dikkati çeken Karataş, şunları kaydetti:
"Bu nedenle bizim yeni bir yönteme ihtiyacımız olduğu ortaya çıkıyor. Belirli kriterlere göre seçtiğimiz alanlarda yer altı sularındaki TPH'ye bakarak orada petrol veya gaz olup olmadığını anlayabiliyoruz. Yer altına inip oradan jeokimya için analiz materyali almaktansa zaten kendiliğinden yüzeye çıkan kaynak sularını değerlendirmek için çalıştık ve analizlerimizi kaynak suları üzerinde yoğunlaştırmaya gayret ettik.
Genel hatlarıyla paleocoğrafyasından tutun, yapısal durumuna jeolojik ve tektonik özelliklerine varıncaya kadar çalışılabilecek sahaları belirledikten sonra arazide tetkik ve numune alımı için çalışmalara başladık...
Bu yöntem, Türkiye'de su kaynakları üzerinde yapılan bir uygulamadır. Petrol ile birlikte çıkan suların doğaya salıverilmeden önce Türkiye Yerüstü Su Kalitesi Yönetmeliği’ne göre belirli sınır değerin altına indirilmesi lazımdır. TPH analizi, çevre mühendisliği alanında zaten uygulanan bir analizdir. Biz bunu ters yönden denedik yani petrolden arındırdıktan sonra doğaya geri gönderilecek rezervuar suyundan ziyade, yüzeye kendiliğinden çıkan doğal kaynak suları içinde ne kadar petrol veya petrol türevleri olduğuna baktık."
Numuneler uluslararası akreditasyona sahip laboratuvarlara gönderiliyor
Karataş, Marmara Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesinin (İTÜ) de çalışmalara ekonomik destek verdiğini belirterek, "Üniversitelerden aldığımız desteklerle saha çalışmalarını başlattık. Karaburun (İzmir), Seferihisar (İzmir), Uludağ (Bursa), Beypazarı (Ankara), Çamardı (Niğde) ve Gülşehir (Nevşehir) gibi farklı bölgelerde yöntemi denedik. Bunların her biri yapısal ve jeolojik olarak farklı ortamlar." dedi.
Söz konusu sahalardaki su örneklerinde hidrokarbon türevlerine rastlandığını ifade eden Karataş, şöyle konuştu:
"Her saha için 25-30 civarında numuneyi değerlendirdik. Bir veya iki numune dışında sularda TPH oranının sınır değerin en az iki kat üzerinde olduğunu tespit ettik. Alınan numuneler uluslararası akreditasyonu olan laboratuvarlarda çalışıldı.
Problemli bir sonuç elde etmemek için üç farklı laboratuvarı kullandık. Analizleri, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi, Amerika merkezli uluslararası akreditasyona sahip bir laboratuvar ile Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı laboratuvarında yaptırdık."
"Çalıştığımız bölgelerde ciddi petrol ve gaz potansiyeli bulunuyor"
İTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Yıldıray Palabıyık da Türkiye'de yeni petrol doğal gaz sahalarının keşifinin hayati derecede önem taşıdığına işaret ederek, artık ülkede petrol olmadığı algısının kırılması gerektiğini belirtti.
Türkiye'de hidrokarbon aramacılığının ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu ve Trakya bölgesinde yapıldığını ifade eden Palabıyık, "Genellikle diğer bölgelerde büyük petrol ve doğal gaz keşifleri yapılmamış. Güneydoğuda yaklaşık 2 milyar varile yakın petrol rezervi söz konusu fakat petrol çok ağır yani viskozitesi çok yüksek ve üretimi birincil yöntemlerle çok zor yapılıyor. Dolayısıyla ikincil ve üçüncül üretim yöntemiyle oradaki petrol belli bir orana kadar kurtarılabiliyor ve bu oran yüzde 10'u geçmiyor." dedi.
Palabıyık, Türkiye’de hangi sahalarda petrol ve doğal gaz rezervi olabileceğine ilişkin geniş bir çalışma yaptıklarını dile getirerek, "Buna bağlı olarak o sahalardaki uygun yerlerden su örnekleri için lokasyonlar seçildi.
Bu yapılan çalışmalar tesadüfi değil, çok sağlam ve kuvvetli bir jeolojik temele dayanmaktadır. Yaptığımız bütün çalışmalarda elde ettiğimiz sonuçlar doğal suların çok yüksek oranda olgun hidrokarbon içerdiğini gösteriyor. Dolayısıyla çalıştığımız her bölge, Türkiye'de ciddi petrol ve doğal gaz potansiyeli olduğunu gösteriyor." diye konuştu.
"Devletimizden beklentimiz belirlenen noktalara sondaj yapılmasıdır"
Jeoloji Yüksek Mühendisi Adil Özdemir ise hidrokarbon aramacılığında kullanılan sismik yöntemlerin Türkiye'nin topoğrafyası ve morfolojik yapısına uygun olmadığını belirtti.
Bu kapsamda petrol ve gaz aramacılığında Türkiye'ye özgü uygulanabilir bir yönteme ihtiyaç olduğunu belirten Özdemir, "Yeni yöntemin arama maliyetlerini en az yüzde 50 düşüreceğini ve güvenilirliği de yüzde 100 artıracağını düşünüyorum." dedi.
Özdemir, arama çalışmalarında klorlama yapılmamış doğal su örneklerinin incelendiğini vurgulayarak, "Dağdan ya da yer altından gelen su, bir kırık çatlak boyunca yüzeye, hayratlara, kuyulara geliyor. Suyu oradan alıyoruz ve hidrokarbon içeriğini ölçüyoruz. Çalışılan alanlar 20-30 kilometrelik ya da 50 kilometrelik alanlar." diye konuştu.
Yapılan bu önemli çalışmanın özel sektör ve kamu tarafından desteklenmesinin önemine işaret eden Özdemir, "Devletimizden beklentimiz, ulusal ve uluslarası alanlarda yayınlanan çalışma kapsamında belirlenen noktalara sondaj yapılmasıdır. Bu sondajlar 2000 ile 10000 metre arasında değil, 1000, 750, 500 metre gibi derinliklerdir." ifadelerini kullandı.
Kaynak: AA . dikGAZETE.com