Doç. Dr. Hüseyin Işıksal yapmış olduğu açıklamada öncelikli olarak yaşanan krizden bahsederek, “Suudi Arabistan önderliğinde 6 Arap ülkesinin Katar ile diplomatik ilişkileri kesme kararı ve hava sahalarını, kara sularını ve limanlarını Katar’a kapatmaları, Körfez bölgesinde son yıllarda görülen en büyük diplomatik krize neden oldu. Basra Körfezi’nde küçük bir yarımada olan Katar’ın kara ve hava bağlantıları kesilerek dünyadan izole edilmeye ve diz çökmeye zorlandı” dedi.
Hüseyin Işıksal krizin nasıl okunması gerektiği hakkında da, “Öncelikle Ortadoğu sisteminin ‘nasıl oluşturulduğu’ ve ABD liderliğindeki Batılı güçlerin bölgesel önceliklerinin altının çizilmesinde yarar görüyorum. Ortadoğu’nun sınırları çizilirken doğal kaynakları olan ülkelerin küçük, az nüfuslu ve siyasi olarak Batı’ya muhtaç olması bunun aksine nüfusu ve potansiyeli olan Arap ülkelerinin (Mısır ve Suriye gibi) hemen hemen hiçbirinin önemli doğal kaynağı olmaması elbette rastlantı değildir. Bu noktadan hareketle kurulan Ortadoğu sistemi üç temel hedef üzerine oturtuldu: Birincisi, Petrol ve diğer yeraltı kaynakların ne pahasına olursa olsun ‘dost’ ve ‘bağımlı’ rejimlerin elinde kalması, ikincisi, İsrail devletinin ne pahasına olursa olsun korunması ve bu devleti tehdit edebilecek herhangi bir rejimin yok edilmesi, üçüncüsü de, başta Sovyet Komünizmi, daha sonra Arap milliyetçiliği ve daha sonrada İslami hareketler olmak üzere oluşturulan statükoyu tehdit edebilecek herhangi bir gelişmenin önlenmesi. Bu noktadan hareketle, yukarıda saydığım üç temel hedefle bağlantılı olarak, hiç kuşkusuz Katar krizinin ana kaynağı Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İran siyasetidir. Trump’ın son Suudi Arabistan ziyaretinde tarihsel açıdan daha önce pek çok kez gözlemlediğimiz yeni bir ‘containment’ (çevreleme) siyaseti ile özelde İran genelde Şii yayılmacılığına karşı bir Sünni blok oluşturulması çabasının Katar krizinin temel nedeni olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. 1979 İslam Devrimine kadar ABD’nin bölgedeki en büyük müttefiki durumunda olan İran devrim sonrası en büyük düşman haline geldi. O zamana kadar sorun olmayan İran’ın Şiiliği bir anda ‘en büyük tehdit’ olarak gösterildi” ifadelerini kullandı.
“Elbette esas sorun İran’ın mezhepsel farklığı değil bölgede oluşturulan statükoyu tehdit etmesiydi” diyerek açıklamalarına devam eden Işıksal, “ABD’nin bölgede penetre edemediği tek ülke olan Suriye’deki Esad rejimine destek oluşu, İsrail ile hiçbir şekilde uzlaşmaması ve Filistin direnişine tam destek veren Hamas ve Hizbullah gibi örgütlere destek olması, devrim sonrası Tahran’daki ABD elçiliğinin tam 444 gün işgal edilmesi, İran’ın Sovyetler ve sonrasında Rusya ile kurduğu yakın ilişki ve belki de en önemlisi İran’ın zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarının Batılı şirketler tarafından kontrol edilememesi İran’ın kara listede ilk sırada yer almasını sağladı. İran’ın yeni çevrelenme siyasetine Katar’ın istekli görünmemesi ve Katar Emiri Şeyh Tamim Bin Hamid es-Sani’nin bölgedeki tüm ülkeleri mezhep ayrılıklarını bir kenara bırakarak uzlaşıya çağırması ABD ve bölgedeki en güçlü müttefiki Suudi Arabistan’ı çok rahatsız etmiştir. Bu noktada altı çizilmesi gereken en önemli nokta Katar’ın iddia edildiği gibi İran savunuculuğu yapmadığıdır. Tam tersine Katar yönetimi İran ile daha dengeli ilişkiler kurulmasını, bölgedeki mezhep savaşlarının bitmesini, İran’la mücadelenin bölge ülkelerini gereksiz yere zarara uğrattığını ve İsrail’e karşı mücadele eden Hizbullah ve Hamas’a karşı daha anlayışlı olunması gerektiği vurgulanmıştı. Bu noktayla bağlantılı olarak krizin ikinci ayağı al-İhvan yani Müslüman Kardeşler, Hamas ve Hizbullah’dır. Uluslararası ilişkilerin temelinde olan çelişkiler bu krizde de kendini oldukça açık bir şekilde gösterdi” diye konuştu.
Işıksal açıklamalarına şu şekilde devam etti;
“Örnek vermek gerekirse yıllarca PKK’yı’ terör listesine almamak için ayak direten ve halen PKK’ın Suriye uzantısı YPG’yi ısrarla terör örgütü olarak kabul etmeyen ABD ve Batılı müttefikleri, Filistin Devleti’nin seçilmiş hükümeti olan Hamas, Lübnan’ın sosyo-kültürel ve siyasi alanında çok önemli bir rolü olan Hizbullah ve Mısır’da kanlı bir askeri darbe sonrası devrilen ve sonrasında yasa dışı ilan edilen Müslüman Kardeşleri terörist olarak kabul ediyor. Aslında bu kriz ilk olarak 2014’de ortaya çıkmıştı. Mısır’ın demokratik seçimlerle iktidara gelen ilk Cumhurbaşkanı olan Mursi’nin askeri darbeyle devrilmesine ABD, AB ve bölgedeki müttefikleri sessiz kalırken sadece Türkiye ve Katar reaksiyon göstermişti. Katar’ın Müslüman Kardeşleri desteklemesi yine Suudi Arabistan önderliğinde diğer Arap ülkelerinin Katar’dan büyükelçiliklerini çekmelerine neden olmuştu. Müslüman Kardeşlerin ‘demokratik seçim’ vurgusu ve ‘krallıklara’ sıcak bakmaması tüm Körfez ülkelerinde endişeye neden olmaktadır. Ortadoğu’da hemen hemen her ülkede var olan bu yapılanma Mısır darbesi sonrası ciddi yara almışken Katar’ın desteğe devam etmesi Suudi Arabistan’ın başını çektiği muhafazakâr krallıkların ve Mısır’daki askeri rejimin tepkisini çekti.”
Bunula birlikte istenilenin algı yönetimi olduğunu da dikkat çeken Işıksal, “Krizin nedenleri bunlar iken elbette bu sebepler açık bir şekilde dile getirilmek yerine dünya kamuoyunu etkilemek ve ‘algı yönetimi’ yapılmak için Katar’ın İran ve mezhep düşmanlığı yapmaması ve Hamas ve Müslüman Kardeşler’e desteği yerine, Nusra Cephesi’ni ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi radikal terör örgütlerine destek vermekle suçlanmıştır. Trump’ın acemice atılmış tweetleri de bunu gösterdi. Oysa eğer konu ‘samimi’ olarak İŞİD’e verilen destekse Suudi Arabistan ve Kuveyt’in de aynı listede olması gerekirdi” dedi.
Krizin üçüncü temel nedeni ise 2 milyon 250 nüfusu ve 11,500 km2 küçük bir alanı kaplamasına rağmen Katar’ın Körfez’de Suudi Arabistan’ın tekelini kırabilecek tek ülke olmasıdır” diyerek sözlerine devam eden Işıksal, “Zengin doğal gaz ve petrol kaynaklarının yanı sıra El Cezire gibi dünya çapındaki bir soft power (yumuşak güçe) sahip olan Katar son zamanlarda izlediği aktif siyasetle Suudileri rahatsız ediyordu. Katar’ın diğer körfez ülkelerine ve özellikle Suudi Arabistan ve Kuveyt’e nazaran daha liberal oluşu ve El Cezirenin de bu rahatlıkla Arap dünyası için ‘tabu’ sayılacak konuları irdelemeye başlaması beraberinde çeşitli sorunları da getirmişti. Bu rejimler için en tehlikeli konsept ‘değişim’di ve Katar bunu adeta gözlerinin içine sokuyordu. Katar artık Suudi Arabistan’ın telkinlerini koşulsuz uygulayacak bir küçük kardeşten çok daha ötesiydi. Bu nedenle kriz başladığında ilk olarak El Cezire bürolarının kapatılması ve orada çalışan gazetecilerin gözaltına alınması sürpriz değildir” şeklinde konuştu.
“Türkiye açısından durum olumlu değil”
Türkiye açısından da değerlendirmelerde bulunana Işıksal, “Tüm bu gelişmelerin Türkiye açısından olumlu olmadığı açık. Türkiye’de çok ciddi Katar varlığı ve yatırımları var. Üstelik iki ülke enerji, dış siyaset ve askeri işbirliği konularında çok önemli aşamalar kaydetti. Türkiye’nin Katar’da bir askeri üs kurma hazırlıkları içinde olduğu da biliniyor. Türkiye Katar için bölgedeki en güvenli liman. Bu noktada Türkiye’nin çok dikkatli ve usta bir dış politika takip ederek bir ‘seçim’ yapma zorunluğundan kendini kurtarması gerekiyor. Bundan dolayı krizin bir an önce son bulması Türkiye’nin temel önceliği olmalıdır. Madalyonun öbür tarafından bakıldığında ise krizin büyümesi aslına Trump’ın ve bölgedeki statükonun ters tepmesine yol açabilir. Daha açık bir ifade ile normal zamanlarda kolay kolay oluşmayacak Katar-İran-Türkiye-Rusya ittifakı yeşerebilir” diye konuştu.
ABD ile ilgili olarak da, “Böyle bir senaryo ABD’nin yukarıda bahsettiğim temel bölgesel hedeflerinin tamamının tehlikeye girmesi anlamına gelecektir. Bu nedenle Trump’ın iç siyasetle de ilgili olduğunu düşündüğüm bu tür Showları sergilerken aşırıya kaçmaması herkesin faydasına olacaktır” şeklinde açıklama yaptı.
‘Böl ve Yönet’ Politikaları
Işıksal son olarak da açıklamalarına şu şekilde devam etti;
“Sonuç olarak, son Katar Krizi bize Ortadoğu’da sergilenen temel senaryonun aynen devam ettiğini sadece figüranların değiştiğini gösteriyor. Bölgede uzun uğraşlar sonucunda oluşturulan statükonun devamı hedeflendiğinden bu eski oyunun yeni bölgesel silahtarı Suudi Arabistan ABD tarafından bölgenin jandarması olarak görevlendirilmiş durumda. Aynı daha önceki dönemlerde Haşemit Irak Krallığının ve Şah’ın İran’ın olduğu gibi. Meşruiyetten yoksun rejimlerin ayakta kalmak için dış güçlere muhtaç olduğu bir coğrafyada ABD güdümündeki Batı dünyasının da bu zaafları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya devam edecek olmasını kimse yadırgamasın. Ortadoğu halkları ‘böl ve yönet’ politikalarını anlamadığı ve rejimlerine hesap soramadığı sürece bu ve buna benzer krizler sürüp gitmeye devam edecektir.”
“Türkiye'nin dediğim gibi çok önü fırsat geçmiş durumda Çünkü Türkiye'nin Katar ile çok ciddi işlikileri var bir kere Türkiye'de çok ciddi bir Katar yatırımı var, aynı zamanda Türkiye'nin Katar'da bir askeri üssü söz konusu iki ülke arasındaki ilişkiler gerçekten çok güzel bir doğrultuda ilerliyor. Bu noktada Trump'ın Katar Emirini Beyaz Saraya çağırmış olması da asla Türkiye'nin arabulucu rolünün ne kadar önem verildiğini ve Türkiye'nin uzun dönemde bu imkanları iyi kullanarak, aslında tekrar bölgede kaybettiği bazı gücünü tekrar toparlaması için iyi bir fırsat yakaladı anlamına geliyor.
“Buradan da bahsettiğim gibi bu oyunun yani daha fazla sürmeyecek anlamına geliyor. Çünkü aslında bir Katar'a gözdağı vermeye çalışıldı. Katar'da bu mesajı aldı ama öte yandan Katar'ın daha çok kolay bir lokma olmadığı ortaya çıktı. Çünkü dediğim gibi arkada Türkiye var başka Güçler de var bundan dolayı Trump'ın şu anda bu yaptıkları hatadan belki de dönmek için bir orta yol bulma çabasında bunu da diyalog yolu ile çözmeye çalışıyorlar.”
dikGAZETE.com