İSTANBUL - ZEYNEP RAKİPOĞLU
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Sağlık Bilimleri Fakültesi Odyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Ataş, biyonik kulak teknolojisinin hızla gelişen ve gelişmeye çok açık bir tedavi aracı olduğunu belirterek, "Özellikle farklı genetik iç kulak sorunlarına yönelik özel dizayn edilmiş elektrotlar, sesi çok daha detaylı işleyebilen konuşma işlemcileri ve kozmetik olarak çok daha küçük cep telefonu, bilgisayar gibi sistemlere kablosuz bağlanarak, kullanıcının yaşam kalitesini artıran destekleyici teknolojilere sahip ürünler bulunmaktadır." dedi.
19 Eylül Dünya İşitme Engelliler Günü dolayısıyla AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Ataş, işitme kaybının dış, orta, iç kulak ya da işitme siniri ve sonrası sistemde meydana gelen bozukluklar nedeniyle oluşabildiğini anlattı.
Dış kulak yolunu tıkayan kulak kirinin oluşturduğu geçici işitme kaybı, kulak zarı yırtılması ve orta kulak kemiklerinin bozukluklarının ameliyatla düzelebildiğini aktaran Ataş, yaşlılığa bağlı, gürültü nedenli ve ototoksik ilaç sonrası oluşan işitme kayıplarının ise işitme cihazı ve çeşitli işitsel implantalarla tedavi edilebildiğini bildirdi.
Prof. Dr. Ataş, işitme kaybının birçok farklı tipi ve buna bağlı farklı tedavi ve rehabilitasyon yolları olduğuna işaret ederek, kimi bozuklukların genetik olarak doğumla ortaya çıktığını, bazılarının ise geçirilen hastalıklar ve yaşlılık gibi nedenlerle sonradan oluştuğunu söyledi.
Yenidoğan işitme taramasının Türkiye'de ve birçok ülkede zorunlu hale getirildiğini vurgulayan Ataş, "Şu an ülkemizde bini aşkın merkezde her doğan bebeğe, taburcu olmadan yapılıp, erken teşhis ve tedavinin önü açılmaktadır. İlk olarak 1996 yılında başlayan yenidoğan işitme tarama projesi, 2002 yılında tüm Türkiye'de zorunlu hale getirilmiştir. Böylelikle birçok gelişmiş ülkeden daha önce bu sorunu ortadan kaldırmak için harekete geçilmiştir." diye konuştu.
"Yeni doğan bebeklerde binde 3-4 oranında görülüyor"Doğumsal bozukluk içerisinde en sık rastlanan problemin işitme kaybı olduğunu dile getiren Ataş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir örnek verecek olursak; down sendromu 10 binde 1, orak hücre anomalisi 100 binde bir, işitme kaybı ise doğan her bin bebekte 3-4 oranında görülmektedir. Yukarıda saydığımız hastalıkların birçoğu yıllardır taranıp, halk tarafından da iyi bilinmektedir. İşitme kaybı, hem ülkemizde hem de dünyada bu kadar sık görülmesine rağmen biraz göz ardı edildi. Görülme sıklığına bakıldığında, önemli bir halk sağlığı sorunu olduğu ve erken çözüm üretilmesinin, sonrası oluşacak problemleri azaltacağı aşikardır. Bu bakış açısıyla Sağlık Bakanlığımız, yenidoğan işitme tarama programından sonra okul çağı işitme tarama programını da geçtiğimiz yıllarda başlatmıştır. Böylelikle, ilkokul çağına kadar çocuklarda ortaya çıkan ya da ilerleyici tipte işitme kayıplarını erken tanılayarak, bu çocukların en erken şekilde tedaviye ulaşmalarını sağlamaktır."
Ataş, işitmenin zihinsel gelişimi en fazla besleyen duyusal sistem olduğunu, işitme ile ilgili bozukluklarda, beyne giden işitsel sinyaller azaldığından ya da hiç gitmediğinden, soyut bilgileri, dili, konuşmayı öğrenmenin zor, eksik ya da hiç olmadığını belirterek, bu yüzden halk arasında, işitme kayıplı ve tedavi alamadığından konuşmasını geliştirememiş bireylere "sağır-dilsiz" dendiğini anımsattı.
"Erken tanı ve tedavi, dil gelişimi için önemli"İşitme kaybında işitsel sinyallerin ilgili beyin merkezlerine gidişi eksik olduğundan öğrenme ve konuşma gelişiminde sorunlar yaşanabildiğine dikkati çeken Ataş, "İşitme kayıplı bireylerin, erken dönem dil-konuşma becerisi kazanabilmesinin ilk yolu, erken teşhis ve probleme yönelik tedavi yani işitsel rehabilitasyon almasıdır. İşitsel sinyallerin beyne, işitme cihazı ya da işitsel implantlarla doğru gitmesi ve işitsel rehabilitasyon ile bu sinyallerin nasıl işleneceği, anlam kazandırılacağının öğretilmesi, erken dönemde dil gelişimi için hayati derecede önem arz etmektedir. Aileler de bu süreçte önemli bir rol üstlenmektedir. Ailelerin, bireye kendi ortamında, bolca dil girdisi sağlaması, çocuğa doğal ortamda seslerin, kelimelerin öğretilmesi, dil gelişiminin olması için en önemli koşullardandır." değerlendirmesini yaptı.
Türkiye'de işitme engelli sayısıyla ilgili geçmişe yönelik istatistiki bilgi vermenin zor olduğunu dile getiren Ataş, "Her bin yenidoğan bebeğin 3-4'ünün doğumsal işitme kaybı ile doğması, sonrasında farklı nedenlerle oluşan işitme kaybını da hesaba katarak, ülke nüfusuna oranlanması zihinlerde yaklaşık sayı için yeterli olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü'nün 2017 yılı Şubat Raporu'na göre, tüm dünyada işitme kaybı ve bağlı sorunlarla mücadele eden 360 milyon kişi olduğunu açıklamıştır." ifadelerini kullandı.
"İşitme cihazlarında, ses kalitesi problemi yaşanmıyor"Prof. Dr. Ataş, kalıcı türden hasar bırakan koklear ve nöral işitme kaybını tamamen ortadan kaldıran ilaç, ameliyat ve teknolojinin henüz bulunmadığına işaret ederek, bunların dışındaki işitme kaybı türlerinde, işitmeyi düzelten ya da sorunu tamamen ortadan kaldıran yöntemlerin uygulandığını söyledi.
İşitme cihazları ve biyonik kulak ameliyatlarının, başka bir tedavi veya cerrahi yöntemle işitmesi düzeltilemeyen bireylere sıkça uygulandığını belirten Ataş, tedavi yöntemlerine ilişkin şu bilgileri verdi:
"Kişinin işitme kaybı tipi ve derecesine göre işitme cihazları uygulanabilmekte. Kişiye özgü uyarlanabilen cihazlar ile kişinin günlük hayat, okul, iş gibi birçok ortamda iletişimini sürdürmesine olanak sağlayabilmektedir. Günümüz işitme cihazları, birçok zorlu ortamda bireyin konuşma anlaşılırlığı, gürültüden rahatsız olma sorunları, ses kalitesi problemlerini ortadan kaldıracak teknolojilere sahiptir.
Biyonik kulak teknolojisi ise hızla gelişen ve gelişmeye çok açık bir tedavi aracıdır. Özellikle farklı genetik iç kulak sorunlarına yönelik özel dizayn edilmiş elektrotlar, sesi çok daha detaylı işleyebilen konuşma işlemcileri ve kozmetik olarak çok daha küçük cep telefonu, bilgisayar gibi sistemlere kablosuz bağlanarak, kullanıcının yaşam kalitesini artıran destekleyici teknolojilere sahip ürünler bulunmaktadır."
Kaynak: AA
dikGAZETE.com