Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Güneydoğu’da görev yapan din görevlileriyle Mardin’de bir araya geldi. Bir otelde gerçekleşen “Din Görevlileri İstişare Toplantısı”nda konuşan Görmez, “Bu toplantının birinci gayesi, sizlerle dertleşmek, sizlerle hemhal olmak ve çektiğiniz sıkıntıları paylaşmaktır. Zor günler geçirdiniz. Çocuklarınız, aileleriniz aynı zorluklara katlandı. Bu sebeple hem şahsım adına, hem de Diyanet İşleri Başkanlığındaki bütün arkadaşlarım adına her birinize ‘geçmiş olsun’ demek üzere huzurunuzda bulunuyorum” dedi.
Güneydoğudaki terör saldırılarının son günlerde camileri hedef aldığını, buna rağmen hiçbir din görevlisinin görev yerini terk etmediğini aktaran Görmez, gösterilen her türlü çaba, gayret ve fedakarlıktan dolayı teşekkür ettiğini belirtti. Görmez, “Şehirler tahrip edilirken sizler de büyük zararlar gördünüz. Aileleriniz, çocuklarınız zararlar gördü. Bazılarınızın yakınları vefat etti, başınız sağ olsun. Bazılarınızın evleri yıkıldı, harabeye döndü. Bunları biliyorum. Görev yaptığınız ve her birinizin yapımında emeği olan nice camiler, mabetler içinde ibadet edilemez hale geldi. Allah’ın evleri hedef alındı. Allah’ın evleri kötü emeller için adeta karargâh haline getirildi. Nice mabetler harabeye döndü, nice kitaplar yakıldı, tarihi eserler tahrip edildi. Camilerinizden, cemaatlerinizden mahrum oldunuz. Ezanı okuyamadığınız zamanlar oldu. Üzüldünüz, mahzun oldunuz, gözyaşlarınızı içinize akıttınız; bunu biliyorum, hepinize geçmiş olsun. Bazılarınızın Kur’an kurslarını kapatmak zorunda kaldı, eğitime-öğretime ara verdiniz. Bazılarınız öğrencilerinizi başka illere gönderdiniz, başka illerdeki Kur’an kurslarına taksim ettiniz. Onlar zarar görmesin diye gözyaşlarıyla başka yerlere taşıdınız, üzüldünüz, tekrar geçmiş olsun” dedi.
“ŞİMDİ YARALARI SARMA ZAMANI”Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bir kampanya başlattıklarını açıklayan Prof. Dr. Görmez, şunları kaydetti:“Kampanyamızın başlığı, ‘Şimdi Yaraları Sarma Zamanı.’ Şimdi yaraları sarmak için hep birlikte harekete geçmiş bulunuyoruz. Bizim gayemiz sadece maddi bir yardımdan ibaret değil. Çünkü yaraları sarmak sadece maddeyle gerçekleşmez. Öncelikle bizler bu kampanyanın manevi boyutuna çok daha önem vermeliyiz. Türkiye’deki bütün din gönüllüsü arkadaşlarımızla birlikte harekete geçmeliyiz ve milletimizin bütün bu yaralarını sarmalıyız. Dünyadaki bütün mazlumların yaralarını sarmaya çalıştığımız gibi kendi ülkemizde birlikte bu vatanı kurduğumuz, birlikte burada birliğimizi, kardeşliğimizi inşa ettiğimiz bu topraklarda nerede bir gözyaşı dökülüyorsa, o gözyaşını silmek bizim görevimiz olmalı. Her birimizin kayıplarını birlikte telafi etmeliyiz. Evini kaybedenin evini birlikte onarmalıyız. Evi yıkılan arkadaşımıza hep birlikte ev olmalıyız, yuva olmalıyız.”
“KALPLERDE AÇILAN HENDEKLERİ KAPATMAK ZORDUR” Şehirlerde açılan çukurların kapatmanın kolay olduğunu fakat zihinlerde ve kalplerde açılan çukurları kapatmanın daha zor olduğunu kaydeden Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü:“İşte bu zor görev sizin görevinizdir. Bize düşen asli görev, zihinlerde ve kalplerde açılan hendekleri kapatmaktır. Onları kapatmak bizim birinci vazifemizdir. Milletimizin birliğini, beraberliğini, kardeşliğini, barış ve huzurunu yeniden inşa etmeliyiz. İşe önce kendimizden başlamalıyız. Aramızda nice seydalar, alimler, hocalar var. Diyanet camiası olarak mihrap görevlileri, minber görevlileri olarak hep birlikte bir özeleştiri yapmak durumunda değil miyiz? Diyanet ailesi olarak; 100 bin din gönüllüsü olarak bu ülkede vazifemizi hakkıyla yerine getirebilseydik, Allah’ın emrettiği o kardeşliği birlikte inşa etmek için vazifelerimizi hakkıyla yerine getirebilseydik, acaba milletimiz bu acıları, bu bölünmeleri, bu tefrikaları yaşar mıydı? Eğer biz gönülleri imar edebilseydik birileri gelip o gönüllerde hendekler açabilir miydi? Eğer biz gençlerimizin, çocuklarımızın zihin dünyalarını İslam’ın tevhit ve vahdet şuuruyla gergef-gergef örebilseydik birileri onların akıllarını, zihinlerini çalabilir miydi? Eğer biz çocukları, gençleri ilimle, irfanla, marifetle, hikmetle donatabilseydik, eli kalem tutacak çocukları, gençleri birileri şehirlerden, okullardan, mekteplerden, medreselerden çalıp kızıyla-erkeğiyle dağlara kaçırabilirler miydi acaba? Eğer biz hakkıyla vazifemizi yapsaydık, cemaatimize karşı, halkımıza karşı, milletimize karşı, çocuklarımıza ve gençlerimize karşı bizler hakkıyla görevimizi yerine getirebilseydik, acaba bunlar başımıza gelir miydi? Eğer biz gençlerimize Allah sevgisini yerleştirebilseydik, eğer biz gençlerimize Muhammed Mustafa’nın merhametini anlatabilseydik, camilerimize kapanmasaydık, mihrabı sırtımıza alıp sokak, sokak, ev ev, köy köy, kasaba kasaba camideki barışı, mihraptaki merhameti evlere taşısaydık, bu yaşadıklarımız olur muydu? Eğer biz gerçekten Allah’ın dinini doğru anlatabilseydik, cahiliye asabiyesiyle İslam’ın o muhteşem vahdetini birbirinden tefrik ederek milletimize doğru anlatabilseydik, bu acıları yaşar mıydık? Bu özeleştiriyi Diyanet’te görev yapan her düzeydeki arkadaşımızın yapmak durumunda olduğunu ifade etmek istiyorum.”
dikGAZETE