İstanbul
Sanatın her alanında üretim ve sergileme yollarında yeni arayışlara gidilirken, sanatın tüketimi noktasında salgınla birlikte bazı sıkıntılar yaşanacağı düşüncesi tartışılıyor.
Bu kapsamda ilk ve en büyük etkiyi gören alanlardan biri olan sinemanın bugünü ve geleceğini, yönetmenler Nazif Tunç ile Reis Çelik telekonferans yöntemiyle değerlendirdi.
"Peygamberin Kılıçları", "Semazen", "Kiralık Anne" ve "Hicret"in de aralarında bulunduğu çok sayıda yapıma yönetmen ve yapımcı olarak imza atan, son olarak "Karınca" filmini izleyiciyle buluşturan Tunç, sürecin sinema sektörü için endişe verici gibi görünmesine rağmen ümitvar olduğunu belirterek, "Çünkü insanın hikaye dinleme ve anlatma güdüsü hiçbir zaman tükenmez. O tükenmedikçe roman, tiyatro, sinema ve edebiyat da tükenmez." diye konuştu.
Tunç, dinleme ve anlatma ihtiyacının insanın fıtratında olduğunu belirterek, "Değişikliklere uğrasa da, zaman zaman biçim olarak başka türlü bir takım formlarla seyircisinin, okuyucusunun karşısına çıksa da bu anlatı ve anlatma geleneğinin sonsuza kadar süreceğini düşünüyorum." ifadesini kullandı.
Sinemanın bütün bu anlatı sanatlarını birleştiren bir çatı sanat olduğunu dile getiren Tunç, insanların filmleri dijital platformlarda seyretmesinin insanın üretmesine engel bir durum olmadığını, form olarak değişikliğe uğrasa da sinemanın bir ifade biçimi olarak devam edeceğini anlattı.
"İnsanlığın sanat, medeniyet, merhamet ve ahlak bakımından tekrar dirildiği günlerin geleceğine inanıyorum"
Sanatçıların eserlerini genelde evlerinde ürettiğini ve bugünlerde pek çok insanın da sanatçıların adetini yerine getirdiğini aktaran Tunç, şöyle devam etti:
"Ev sanatçının atölyesidir, üretme yeridir, tarlasıdır, tohumunu ektiği ve verimini aldığı harmanını gördüğü yerdir. Ben zaten evcimen bir insanım. Dün gece yarıda bıraktığım kitabın sayfalarına dönebilmek için evime koştuğum zamanları bilirim. Bugünleri değerlendirip üretimle ilgili daha fazla coşucu, kışkırtıcı, kamçılayıcı bir zamandayız sanıyorum ama nedense o evdeki eski üretkenliğim, okuma hızım, yazma hızım şimdi yok. Nedense yarınla ilgili bir belirsizlik, bir meçhul, yazdığım şeylerin çekilemeyeceği, sinemalarda oynayamayacağıyla ilgili bir endişeden belki de kendi kendimi frenliyor muyum neyim? Diğer zamanlardaki çalışma istikrarımı üretme iştahımı bulamıyorum. Kafam meşgul, neyle meşgul olduğunu da bilmiyorum. Oysa biz belli takdirlere inanan insanlarız ve böyle bir durum var zamanı değerlendirmek anlamında. Bu birkaç gün böyle sürer sonra tekrar üretken bir zamana bir ekim ayına bir biçim ayına gelir belki ama şimdiki durumu bu.
Sanatçının önünde hiçbir şey duramaz. Yazmak, şarkı söylemek, film çekmek isteyenin önünde hiçbir kuvvet duramaz. Bu Allah'ın kendi nefesiyle insana bahşettiği bir lütuftur, nimettir. Bir şeyi var etmekle ilgili nohut tanesi kadar da olsa insanda kurgusal bir şeyi meydana getirme kabiliyeti fıtri olarak var. Bunun önünde hiçbir şey duramaz. Her şey kapanmış olsa bütün seyirciler uzaklaşmış olsa sanatçı dağ başlarına çıkar, kendini bağıra bağıra taşa toprağa ifade eder. Etmese deli olur, ondan dolayı biraz bugünlerin de başka bir şeylere doğurgan olduğuyla ilgili bir güzel temenni içindeyim. Çünkü dünya tarihi yaratıldığından bu yana bir sürü kavim helak olmuş, Nuh tufanı olmuştur her şey bitmiştir ama insanlık tekrar dünyada dirilmiştir. İnsanlığın hem sanat hem medeniyet hem merhamet hem de ahlak bakımından tekrar dirildiği günler olacağına inanıyorum."
"Sinemacı platform kapitalizmiyle karşı karşıya"
Tunç, sinemacıyı bundan sonra çetin bir savaşın beklediğini ve bağımsız sinemacıların fillerle savaşan karıncalara benzediğini belirterek, "Bağımsız sinemacı bir platform kapitalizmiyle karşı karşıya. Bir zamanlar Hollywood'un dünyaya yaptığı işgali şimdi de zihinlere yapmaya çalışan, kendi söylediğinden ve direttiğinden başka hiçbir görüşe, fikre, duyguya yer bırakmayacak derecede salgın ve istila halinde dünyayı saran bu platform kapitalizmidir." şeklinde konuştu.
Sinemacının gelecekteki kaderinin kendi ulusunu, özünü, ahlakını muhafaza etmeye çalışan saf küçük karınca gibi sömürücü filler ordusuyla savaşmak zorunda kalacağı değerlendirmesinde bulunan usta yönetmen, "Elbette biz topal karıncanın filleri yeneceğini biliyoruz." dedi.
Tunç, "Karınca" filminin yapmak istediği 6 filmden biri olduğunu, Hz. Musa döneminde yaşanan altın buzağı meselesini de film yapmak istediğini söyledi.
Yerli sanatçı ve sinemacının kazancının önemine dikkati çeken Tunç, "Bizim emekçimiz, sanatçımız ve sinemacımızın boğazından ne geçecek, buna bakmak lazım. Her şey güzel, süslü süslü diziler, bu çevrimiçi platformlarda filmler yayınlanıyor, seyrediyoruz. Neredeyse bir paket sigara parasına aylık ücretlerle her eve giriyorlar. Hem bir kültür emperyalizmiyle karşı karşıya kalıyoruz hem de kendi sanatçımızın birtakım şeylerden yoksun kalmasına yol açıyoruz." değerlendirmesini yaptı.
"Kendi yönetmenimiz çaresiz kalıyor"
Nazif Tunç, Türk sinemasının Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ve TRT 12 Punto gibi desteklerle varolma kavgası verdiğini vurgulayarak, "Bütün bunların yanında üretilen şeylerin bu mahşeri kıyametin içerisinde biraz daha insaflı biçimde seyirciye ulaşmakla ilgili yöntemlerin kayırılması ve pozitif ayrımcılığın Türk yönetmeni ve yapımcılarıyla ilgili öne çıkarılması lazım. Elbette 'sanatçı her şeyi devletten bekliyor' durumuna da getirilmemeli ama böyle zamanlarda bu bir mecburiyet, zorunluluk ve dayanışmadır." şeklinde konuştu.
Evde kalınan bugünlerde okunan kitapların, seyredilen filmlerin, dinlenilen müziklerin önemine değinen Tunç, bugünlerde dışarıdan gelen etkilere maruz kalmadan, insanın kalbinin ve zihninin, filmle, kitapla doğrudan temas ettiğini dile getirdi.
"Sinema salonları kaybolmadan devam edecek"
"İnat Hikayeleri", "Işıklar Sönmesin", "Mülteci" ve "Lal Gece" gibi yapımların yönetmen koltuğunda oturan Reis Çelik ise sinemanın hem dijital ortamda hem de insanların bir araya geldiği ve eğlendiği sinema salonlarında kaybolmadan devam edeceğini belirterek, "Teknolojiyi geliştiren en büyük ülkelerin tutundukları en büyük şey sinemadır. İnsanların iletişimini keserseniz birbiri hakkındaki empati kurma yapısını da kaybetmiş olursunuz." diye konuştu.
İnsanın zamanla olan yarışının daha fazla canlı kalma arzusundan kaynaklandığını kaydeden Çelik, şunları söyledi:
"İnsanlar koronavirüsle ilgili problemleri gece gündüz tartışıyor. Ne önlem alacağımızı biliyoruz, çok tehlikeli olduğunu biliyoruz. Peki biz insan olarak ne yaptık ve nereye geldik de böylesine şeylerle karşılaşmaya başladık? Çok basit soruların çok basit yanıtlarını almaya başlıyoruz. Çevremizi kirlettik, dostlukların kıymetini bilmedik, insanı insan yapan yüce şeyin, konuşma yani söz üretme yeteneğinin kalıplarını azalttık. Birbirimize artık 'ok' diye yazıyoruz. Fikir sorduğunda 'aynen' diyor, fikirleri azalmaya başladı. Bunları sormaya başladığımız zaman insan kendini yenileyebilir ve ne yapması konusunda yol almaya başlar."
"Sanata ve ferahlamaya ihtiyaç var"
Çelik, gelişmiş devletlerin sinemayı stratejik bir alan olarak görüp kendini ve kültürünü dünyaya anlatabilmek için desteklediğini ifade etti.
Salgın kapsamında alınan önlemlere ve sinemanın sorunlarına değinen Çelik, "Bizim sinemamızla ilgili çok önemli bir noktaya gelmek zorundayız. Son 10 yıldır sinema desteklenmeye, filmler yapılmaya başlanmış ve bu filmler depolarda duruyor. Geldiğimiz noktada sinema salonları ilk kapatılan yerler oldu, setlere gidilemez oldu ama insanlığın şu an çok büyük bir ihtiyacı olan noktaya geldik. İnsanlar her akşam oturup bilim adamlarını dinleyerek zaman geçirirse bir süre sonra paranoyaya girmeye başlar." dedi.
Çelik, insanların evde kaldıkları bugünlerde sanata, eğlenmeye ve ferahlamaya ihtiyaç duyduğunun altını çizerek, devletin desteğiyle çekilen filmlerin televizyon kanallarında gösterilmesi önerisinde bulundu.
"Sanatın başlama noktası bireydir"
Salgının sinemada içeriğin bireyselleşmesine etkisi konusunda yorum yapan Çelik, "Sanatın başlama noktası bireydir, bireyseldir. Yani bireyin iç dinamiğiyle ortaya çıkan bir kavramdır sanat. O anlamda aynı zamanda aykırı, söylemeye cesaret edilemeyeni söyleyen, karşı çıkan, farklı fikirler sunan bir kavramdır. İnsanlık tarihinde böyle olmuştur zaten. Sinemanın başlangıcı zaten bireyseldir ama sinema üretildiği andan itibaren toplumsal olmaya başlar." açıklamasında bulundu.
Çelik, sinemaseverlere evlerinde kaldıkları süreçte bütün önyargılarını ve alışkanlıklarını bir kenara koymalarını tavsiye ederek, şunları kaydetti:
"O sevilmeyeni bir deneyin bakalım ne oluyor. 'Ben buna bir türlü dayanamıyorum, izleyemiyorum' dediğimiz bir filmi izleyip anlamaya çalışın. Acaba ne anlatmak istiyor? Bir problemi var burada. Normalde baktığımız zaman Tarkovski’nin 'Ayna' filmini veya Nuri Bilge’nin 'Uzak' filmini veya Semih Kaplanoğlu'nun 'Bal' filmini izleyip, 'Çok daraldım, sıkıldım' dediğiniz soruyu bir daha sorun. 'Ben bunu bir anlamaya çalışayım, ne oluyor burada?' Bu soruları sorduğumuz, bu kalıpları kırdığımız zaman, hem seyirci hem toplum olarak yeni bi ufuk açabiliriz."
"Ölü Ekmeği'nde söz üretmek üzerinden bir okuma yaptım"
Reis Çelik, bir aşıkla çırağının hikayesini anlattığı "Ölü Ekmeği" isimli filminde insanı insan yapan, "söz üretmek" üzerinden bir okuma yapmaya çalıştığını anlattı.
Sinema filmi izlemenin, kitap okumanın, resme bakmanın ve müzik dinlemenin insana insan olduğunu fark ettiren şeyler olduğunu vurgulayan Çelik, sözlerini şöyle tamamladı:
"İnsanı insan yapan, diğer canlılardan farklı kılan temel özellik, düşünen ve sanat üreten varlık olmasıdır. Her canlı sanat üretemez. İnsanlığımızın ve her insanın kendi devamlılığını sağlamasını istiyorsak sanatı tüketen toplumlar olmamız gerekiyor. Sanat tükettiğimiz sürece kültürlenmeye başlarız, sanatı üreten ve çok tüketen toplumların birbirleriyle kavgası da olmaz."
Kaynak: AA
dikGAZETE.com