ANKARA (AA) - Yeryüzünde canlı yaşam döngüsünün vazgeçilmez unsuru su kaynakları, iklim değişikliği, aşırı su tüketimi, sulama, enerji ve üretim faaliyetlerindeki yanlış uygulamaların baskısı altında azalırken, dünya genelinde her geçen gün su kıtlığı çeken 700 milyon insana yenileri ekleniyor.
Dörtte üçü sularla kaplı olan ve uzaydan bakıldığında mavi görünen yerkürenin "Mavi Gezegen" diye adlandırılmasına ilham olan su kaynaklarının kısıtlı olması ve aşırı kullanımı dünya üzerindeki yaşam döngüsünü tehdit ediyor.
Su, tatlı su ekosistemlerinin, insanlığın, gıda güvencesinin ve sürdürülebilir kalkınmanın en temel unsuru, yeryüzündeki tüm canlılar için hayat kaynağı.
700 milyon insan su kıtlığı çekiyorDünya Doğayı Koruma Vakfına (WWF) göre, dünyanın neredeyse tamamı sularla kaplı olsa da, gezegendeki su kaynaklarının sadece yüzde 2,5'i tatlı su kaynaklarından oluşuyor. Bu suyun yüzde 70'i ise, buz ve kar kütlelerinde saklı.
Dünya yüzeyinin sadece yüzde 1'ini oluşturan tatlı su ekosistemleri aynı zamanda dünya üzerindeki bilinen hayvanların yüzde 10'una ev sahipliği yapıyor.
Su kaynaklarının devamlığı gıda ve enerji güvencesi, ekonomik büyüme, iklim değişikliğiyle mücadele ve biyolojik çeşitlilik kaybının önlenmesi gibi birçok konunun temelini oluşturuyor ancak yeterli ve iyi kalitede suyun varlığı, kentsel kullanım, sulama, enerji ve üretim faaliyetleriyle bağlantılı birçok tehditle karşı karşıya.
Su kaynakları üzerindeki baskının her geçen gün arttığı dünyada yaklaşık 700 milyon insan 43 farklı ülkede su kıtlığı çekiyor. 2,7 milyar insan ise yıl içerisinde en az 1 ay su kıtlığı yaşayan havzalarda yaşamını sürdürüyor.
Dünyada 2 milyar insan kirli su içiyorDünyanın farklı bölgelerinde özellikle kadınlar, çocuklar, yerliler ve mülteciler gibi dezavantajlı grupların temiz ve güvenli suya erişimleri kısıtlı.
Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) göre, dünya genelinde 785 milyon insan temel suya erişim hizmetlerinden yoksun ve bu insanların 144 milyonu, içme suyunu hijyen açısından en düşük düzeydeki "yer üstü" sularından karşılıyor.
Dünyada en az 2 milyar insan kanalizasyon suyu karışmış içme suyu kullanıyor ve bu durum onları kolera, dizanteri, tifo ve çocuk felci riskiyle karşı karşıya bırakıyor.
Öte yandan, en az gelişmiş ülkelerdeki sağlık tesislerinin yüzde 22'sinde su hizmeti yok. Bu sağlık tesislerinin yüzde 21'inde sıhhi temizlik hizmeti ve yüzde 22'sinde de atık yönetimi hizmeti bulunmuyor.
Küresel su kullanımı son 100 yılda 6 kat arttıBirleşmiş Milletlerin (BM) mart ayında "iklim ve su değişikliği" temasıyla yayımladığı Dünya Su Gelişim Raporuna göre, küresel su kullanımı son 100 yılda 6 kat arttı ve artan nüfus, ekonomik kalkınma ve değişen tüketim kalıplarının sonucu olarak yılda yaklaşık yüzde 1 oranında büyümeye devam ediyor.
Dünyanın 2030 yılına kadar yüzde 40 oranında küresel su açığıyla karşılaşabileceğine ilişkin bir çalışmaya da yer veren raporda, geçen 100 yılda dünyanın, doğal sulak alanlarının yarısını ve bununla birlikte önemli sayıda tatlı su türünü kaybettiği belirtildi. Raporda, sulak alanların kayıp oranının, ormanlarınkinden üç kat daha fazla olduğu kaydedildi.
Suyun tükenmesinin ve kirlenmesinin, biyolojik çeşitlilik kaybı ve ekosistem bozulmasının başlıca nedenlerinden biri olduğu vurgulanan raporda, bunun ekosistem direncini azalttığı, toplumları iklim ve iklim dışı risklere karşı daha savunmasız hale getirdiği belirtildi.
Su kaynaklarının kıtlığı göç ve çatışmalara da yol açıyorKüresel ısınmanın ve diğer çevresel faktörlerin suyun üzerindeki etkisi doğal afetleri de tetikliyor.
Rapora göre, 1995-2015 dönemindeki kuraklık, doğal afetlerin yüzde 5'ini oluşturdu. Bu durum 1,1 milyar insanı etkiledi, 22 bin kişinin ölümüne yol açtı.
Yağış, kuraklık ve sellerden ekonomik refahın da etkilendiğine ve bunun göç dalgalarına ve çatışmalara yol açtığına dikkati çeken rapora göre, 2017'de 135 ülke ve bölgede 18,8 milyon insan afetler nedeniyle yer değiştirmek zorunda kaldı.
Dünya Ekonomik Forumuna göre de, 2014'ten bu yana gerçekleşen hava olayları olasılık açısından birinci veya ikinci küresel risk oldu. Su krizleri ise, etki açısından bu listede ilk beşte yer aldı.
2050'de dünya nüfusunun yüzde 40'ı şiddetli su stresi altında yaşayacakBir yandan iklim değişikliği su kaynaklarını önemli ölçüde etkilerken, diğer yandan artan nüfus ve şehirleşme taleplerinin de dünyadaki birçok havzada suya dair sıkıntıları artıracağı öngörülüyor. Tahminlere göre özellikle gelişen ekonomilerde nüfusun yoğun olduğu bölgelerde, "suyun yüzde 40'tan fazla oranda kullanımı" olarak tanımlanan su stresi şiddetlenecek.
Orta Doğu ve Güney Asya'nın neredeyse tüm nüfusu ile Çin ve Kuzey Afrika'nın önemli kısımları da dahil olmak üzere, dünya nüfusunun yüzde 40'ının 2050 yılında şiddetli su stresi altında yaşayacağı tahmin ediliyor.
Tahminler, 2050 yılına kadar 570'den fazla şehirde yaşayan 685 milyon insanın iklim değişikliği nedeniyle tatlı suya erişiminin en az yüzde 10 oranında azalacağı yönünde.
İklim değişikliğinin Afrika'nın su kaynakları üzerinde zaten akut etkilerinin olduğu vurgulanan BM raporuna göre, Güney Afrika'daki yağışların, muhtemelen iklim değişikliğinin bir sonucu olarak azaldığı belirtiliyor.
Nüfusun 2050 yılına kadar yarım milyardan fazla büyüyeceği tahmin edilen Afrika'da, özellikle kentsel bölgelerde su stresinin artacağı öngörülüyor.
Okyanuslar tükenişe sürükleniyorOkyanus ve denizlerin korunması da doğadaki yaşam döngüsünün devamı ve sürdürülebilir kalkınma için hayati önem arz ediyor.
Ancak iklim değişikliği, plastik ve petrol kirliliği ile aşırı avlanma gibi nedenler yüzünden dünyanın yüzde 71'ini kaplayan okyanuslar, her geçen gün tükenişe sürükleniyor.
İnsanların ürettiği karbondioksidin yaklaşık yüzde 30'unu emen okyanuslarda, sanayi devriminin başlangıcından bu yana, okyanus asitlenmesinde yüzde 26 artış kaydedildi.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programına (UNDP) göre, büyük kısmı karada yerleşik kaynaklardan gelen deniz kirliliği kaygı verici düzeylere ulaştı ve okyanusların her kilometrekaresinde ortalama 13 bin parça plastik atık bulunuyor.
UNDP'ye göre, üç milyarı aşkın insan, geçimini sağlamak için deniz ve kıyılardaki biyolojik çeşitliliğe bağımlı. Ancak dünyadaki balık stokunun yüzde 30'u, aşırı kullanıldığı için sürdürülebilir ürün vereceği düzeyin altında.