İstanbul
Merhum Başbakan Adnan Menderes'in, "Kimseye dargın değilim. Kırgınlığım yok. Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum." olan son sözleri, Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olan ve Türk milletinin vicdanında derin yaralar açan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 61 yıl geçmesine rağmen yürekleri burkuyor.
Demokrat Parti'nin 14 Mayıs 1950 genel seçimleriyle tek başına iktidara gelmesi Türkiye'de "beyaz devrim" olarak nitelendirildi. Demokrat Parti dış politikada, ekonomik ve diplomatik manada çığır açan politikalar takip etti. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri içinden bir grup subay, 3 genel seçimi kazanarak iktidar koltuğunda 10 yıl süreyle oturan Demokrat Parti'nin "ülkeyi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü" gerekçesiyle 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine el koydu.
Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Furkan Kaya, 27 Mayıs darbesinin nedenlerini, sonuçlarını, Yassıada'daki yargılama sürecini, darbenin 61. yılında Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nda anlattı.
Dr. Kaya'nın AA muhabirinin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Demokrat Parti iktidarını darbeye götüren süreç nasıl başladı?
"Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinin ardından patlak veren Kore Savaşı, Türkiye'nin Batı şemsiyesi içinde yerini alması ve NATO üyesi olma bakımından büyük bir fırsat doğurdu. İktidarın bu ilk günlerinde Menderes kabinesi ve askeri yetkililerin, Yalova'da Celal Bayar'ın yazlığında bir araya gelerek, meclise sormadan 4 bin 500 askeri Kore'ye gönderme kararı, büyük tepki topladı. Muhalefetin, Demokrat Parti'nin tek başına aldığı kararlar sebebiyle eleştiri oklarını yönelttiği bir süreç başladı. Esas önemli mesele, Adnan Menderes'in Başbakanlık koltuğuna oturmasından itibaren ezanın serbest dille okunması. Ezanın orijinal haliyle okunmasından sonra özellikle ordu içinde cunta hareketleri başlıyor. Türkiye'nin 1952'den sonra Türkiye'nin NATO şemsiyesi altında yerini alması ile Türkiye'ye askeri teçhizat sağlanması ve özellikle Amerikan yardımlarının gelmesi konusunda da bir süreç başlıyor."
Türkiye'nin o dönemdeki ekonomi ve kalkınma politikalarının bu sürece yansımaları nasıl oldu?
"Demokrat Parti iktidara geldikten sonra tam bağımsız sanayileşmiş bir Türkiye'nin ortaya çıkmasını içerecek sanayi kalkınma planı uygulanmak isteniyor. Fakat ABD'nin, Türkiye'ye biçtiği rol çok farklı. Buna göre; Türkiye dünyanın tahıl ambarı olmalı ve küçük sanayi hamlelerinden başka bir politika takip etmemeli. Kesinlikle bir büyük çimento fabrikası, bir büyük şeker fabrikası yani Türkiye'nin önünü açacak politikalar istemiyorlar. Bu noktada 1954 senesinden sonra Türkiye'nin bunları icraata koyması büyük rahatsızlık uyandırıyor. Memlekette 15 çimento, 6 şeker fabrikası kuruluyor, 1960 yılında 11 liman yatırımı tamamlanıyor. 23 bin kilometre devlet ve il yolu ile 30 bin kilometre köy yolu hizmete açılıyor. Çünkü ekonomik olarak bağımsız bir Türkiye, diplomatik olarak da bağımsız bir Türkiye haline gelecek."
"Kıbrıs meselesi 27 Mayıs'a giden süreci tetikledi"
Türkiye'nin Kıbrıs meselesindeki rolü, 27 Mayıs'ı nasıl etkiledi?
"Türkiye'nin Kıbrıs meselesinde ağırlığını ortaya koymasının, 27 Mayıs'a giden süreçte büyük bir tetikleme olduğunu söylememiz gerekiyor. 1955 senesinden itibaren Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde ağırlığının arttığını görüyoruz. Fatin Rüştü Zorlu'nun çok önemli bir tezi var ve bunu 1. Londra Konferansı'nda sunuyor. İlk tur görüşmeleri devam ederken Fatin Bey çok önemli maddeler ortaya koyuyor. Türkiye'nin en az Yunanistan kadar hakkı vardır. Türkiye, adada Türklerin koruyucusudur. En önemlisi bu ada İngiltere'nin. Eğer İngiltere bir gün adadan çıkacak olursa, adanın tamamı gerçek sahibi olan Osmanlı Devleti'nin ardıl devleti olan Türkiye'ye bırakılması gerektiğini hukuki kaidelerle birlikte ortaya koyuyor. 6-7 Eylül hadiselerine giden sürecin bu şekilde başladığını söyleyebiliriz.
Kıbrıs görüşmeleri sürerken dönemin İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Bowker, dönemin İngiltere Başbakanına yazdığı mektupta, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu hakkında çok önemli ithamlarda bulunur. Özellikle Fatin Bey ve Adnan Menderes için 'üç kağıtçı ve kurnaz tilkiler' şeklinde tabir kullanıyor mektuplarda. Amerika ile Fatin Rüştü Zorlu ve Adnan Menderes gibi isimlerin iktidardan indirilmesi gerektiği, Amerika ve İngiltere'nin anlaşabileceğini daha uygun isimlerin bu konumlara getirilmesi gerektiği ifade ediliyor. Bu demek oluyor ki 27 Mayıs'a giderken, bu taşlar döşenirken aslında çok uluslu bir hazırlığın olduğunu özellikle bunun istihbarat bağlamında bir hazırlığının olduğunu görmemiz gerekiyor.
Türkiye'nin bağımsız bir politika izlemesi hangi ülkeleri, neden rahatsız etti?
"Özellikle bu dönemde Türkiye'nin ihtiyacı olduğu dış yardım ve kredilerin gelmemesi, Türkiye'nin diplomatik ve ekonomik manada yalnız bırakıldığı hissedildikten sonra Fatin Rüştü Zorlu bir görüş ortaya konuyor. Türkiye artık Amerikan merkezli bir dış politika takip etmemeli. Sovyetler Birliği ilişkilerimizi iyileştirebiliriz şeklinde bur görüş ortaya konuluyor. Sovyet yardımlarının gelmesi, coğrafi yakınlık Amerika'yı oldukça rahatsız ediyor. Bu, 27 Mayıs'a giden süreci hızlandıran, derhal Adnan Menderes hükümetinin kabinesiyle birlikte ortadan kaldırılması gerektiğini ortaya koyan politikanın icrası açısından bir zemin oluşturuyor.
Biz NATO üyesi olduktan sonra NATO eğitimi almak üzere askerlerimizi Amerika'ya gönderdik. Türkiye'ye geldiklerinde de bu manada darbe için hazırlıkta olan bir anlayış var. Cuntacılar içinde aslında bazı farklı sesler de var. Bir grup 'darbeyi yapalım' diyor bir grup da 'darbeyi yapmayalım' diyor. 'Çıkalım Celal Bayar'a Adnan Bey'i görevden al, Başbakan sen ol Adnan Menderes de Cumhurbaşkanı olsun. Bu mesele kapansın.'. Çünkü mesele Adnan Menderes'in iktidardan indirilmesi meselesi. Bu, tabii gerçekleştirilemiyor."
"Yassıada mahkemeleri endişe içinde başladı"
Yassıada yargılamalarının hukuki dayanağı yeterince güçlü bir zemine oturuyor muydu?
"Demokrat Partililerin işledikleri suçlar, 'Anayasa'yı ihlal' ve 'yolsuzluk' başlıkları altında toplanıyordu. Menderes'in yargılandığı bebek davası ve Bayar'ın yargılandığı köpek davası. Davanın son derece sulandırılmış vaziyette başladığını görüyoruz. Adnan Menderes'in 6-7 Eylül olaylarını tertiplediği yönünde bir belge ortaya konulamadan bu davanın sonuçlandırılması, güya bu hukuk mahkemesinin ne kadar hukuksuz olduğunu ortaya koyuyor.
Daha Yassıada Mahkemeleri başlamadan evvel özellikle darbenin başını çeken Cemal Madanoğlu, mahkemenin başkanı olan Salim Başol ve Yassıada'nın komutanı olan Tarık Güryay'ın çok büyük bir endişesi vardı. Kendi aralarında toplandıklarında 'Biz bu mahkemeyi başlattığımız zaman ilk celsede Adnan Menderes söz aldığında çıkıp da (Ben irade-i milliye ile bu makama oturmuş bir Başbakanım. Siz darbeci yargıyı ve bu darbeci cuntayı tanımıyorum) dese, acaba biz ne yaparız' endişeleri vardı. Aslında bu endişe içinde Yassıada mahkemelerinin başladığını görmekteyiz.
Adnan Menderes ilk mahkum edildiği andan itibaren çok büyük psikolojik, fiziksel şiddete maruz kalmış, kendisi aşağılanmış çok acılı günler yaşatılmış. Burada olanların anılarından duyduğumuza göre, kendisine bazı uyuşturucu iğnelerin yapıldığı da biliniyor. Uyuşturucu iğnelerle sakinleştirildiği ifade ediliyor. İlk celsede çok yumuşak bir konuşma ile davanın başlaması, endişe içinde olan Tarık Güryay, Cemal Madanoğlu ve Salim Başol'u rahatlatmıştı.
Salim Başol'un, yargılama süreci boyunca kurduğu cümleler, bu sürecin bir yargılama olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Dava süresince sanıkları sürekli azarlayan Başol'un 'Menderes'e hitaben sizi buraya tıkanlar böyle istiyor' cümlesiyle bunun en güzel örneklerinden birini vermiş oluyoruz. Yine Başol'un Menderes ve avukatına hitaben 'Daima böyle lüzumsuz şeyler söylersiniz' gibi son derece edep ve insanlık dışı muamele gördüğünü söyleyebiliriz."
27 Eylül darbesinden nasıl bir sonuç çıkarılmalıdır?
"Demokrat Parti'nin 10 yıllık iktidarı Türkiye'nin gelecekteki siyasi hayatı bakımından da çok önemli bir laboratuvar ve çok önemli bir referans kaynağı. Çünkü o 10 yıl içinde ne yaşandıysa hatta bugün Türkiye'nin başına örülmek istenen, musallat edilmek istenen problemler ve Türkiye'ye karşı oynanan bazı oyunların da 1950'li yıllardan bugüne kadar gelen zihniyetin bir yansıması olduğunu görüyoruz. Türkiye'nin her darbe sürecinde 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz darbe girişimi süreçlerine baktığımız zaman aynı zihniyetin farklı enstrümanlarla aslında tezahürünü görüyoruz ama sonuçta kazanan yine de milli irade oluyor. Çünkü Türkiye her zaman hakimiyet milletindir politikasından hareketle bunu sandığa yansıtıyor. "
Kaynak: AA
dikGAZETE.com