ANKARA- NAZLI YÜZBAŞIOĞLU
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) Başkanı Mehmet Köse, Almanya'da pazar günü yapılacak genel seçim kampanyalarında tepeden bakan, ötekileştirici ve dışlayıcı söylemlerin hemen hemen tüm partilerin seçim programlarında yer aldığını belirterek, "Göçmenlere yönelik olumsuz tutumun seçim sonrası değişeceğini umuyoruz." dedi.
YTB Başkanı Köse, Avrupa'da son dönemde yapılan seçimlerde ve Almanya'da pazar günü yapılacak genel seçim kampanyalarında siyasilerin Türkiye'ye yönelik söylemlerini AA muhabirine değerlendirdi.
Köse, Avrupa ve ABD'deki seçimlerin ve seçim sürecinde siyasi çevrelerin yürüttüğü politikaların Türkiye'yi doğrudan ilgilendirdiğini belirtti.
Son yıllarda Batı ülkelerindeki seçimlerin kampanya söylemlerinin, parti programlarının ve seçim sonrası uygulamalarının bu ülkelerde yaşayan ve çoğu zaman Türk vatandaşlarının da dahil olduğu göçmen grupları dışlayıcı unsurlar içerdiğine dikkati çeken Köse, "Bu seçimlerin neredeyse hepsinde ortak olan ve üzüntü verici nokta bu. Yakın dönemde şahit olduğumuz ABD seçimlerindeki Müslüman ve göçmen karşıtı söylem, İngiltere seçimlerinde ve Brexit halk oylamasındaki hem Türkiye merkezli hem de göçmen ve Müslüman karşıtı kampanya, Hollanda seçimlerindeki ayrımcı ve nefret söyleminin merkezde olduğu parti propagandaları, İsviçre ve Avusturya'da ırkçı partilerin büyük taban desteğine ulaşmaları… Tüm bunlar çok kültürlülük ve küresel barış için endişe verici gelişmeler." diye konuştu.
Almanya'da pazar günü yapılacak genel seçimler için yürütülen kampanyalara işaret eden Köse, "Benzer havanın Türk diasporasının yarısının yaşadığı Almanya seçimlerine de hakim olması gelecek açısından düşündürücü. Çok yakın bir zamanda gerçekleştirilecek olan Almanya seçimlerindeki atmosfer de bundan farklı değil." dedi.
Almanya'da seçim döneminde hakim olan bu söylemlerin seçimlerin hararetli ve sıcak ortamıyla sınırlı olmayacağının görüldüğünü söyleyen Köse, "Zira tepeden bakan, ötekileştirici ve dışlayıcı söylemler hemen hemen tüm partilerin seçim programlarında yer almıştır. Parti programlarına yansıyan ifadelerde, özelde Almanya Türk toplumunu ve genelde Müslüman toplumu doğrudan ilgilendiren medeni haklar, dini haklar ve kültürel haklarda kısıtlamalara gidileceği vadedilmektedir." ifadelerini kullandı.
Temel insan hakları olarak kabul edilen hususların tartışmaya açılabilir hale geldiğini belirten Köse, şöyle devam etti:
"Açıktan açığa dini hakların kısıtlanması, 'İslam Yasası' adı altında İslam dininin sözde Alman ve Avrupa anlayışına göre reforme edilmek istenmesi talep ediliyor. Örneğin yakın zamanda Ayrımcılıkla Mücadele Federal Ofisi tarafından açıklanan 2017 raporu, iş başvurusu yapan göçmenlerin Almanlara oranla iş bulma ihtimallarının oldukça düşük olduğunu, göçmen ismi olanların iş başvurularında ciddi oranda dezavantajlı olduklarını ve ayrımcılığa uğradıklarını net bir şekilde ortaya koydu. Yine yakın zamanda CDU'lu politikacı Ruprecht Polenz, göçmen kökenlilerin uyumuna katkı sağlayacağını, ayrımcılığın önüne geçeceğini savunarak göçmenlere Alman ismi alma hakkı verilmesini istedi. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Koalisyon Anlaşması'nda da yer alan böyle bir öneri, göçmenlerin 'Almanlaşmaları' halinde ayrımcılığa uğramayacakları gibi bir fikri barındırıyor ve akıl alır gibi değil. Bu tür marjinal fikirleri, entegrasyon politikasından ziyade demokrasi anlayışından tamamen uzak bir asimilasyon politikası olarak değerlendiriyoruz."
Böyle vaat ve iddialarda bulunan partilerin yalnızca marjinal değil, aynı zamanda Alman ana akım ve kitle partileri olduğunu dile getiren Köse, "Göçmenlere yönelik olumsuz tutumun seçim sonrası değişeceğini umuyoruz." dedi.
Alman medyasının rolüAlmanya'nın Türkler ve diğer göçmenlerle ilgili yönlendirici politikalarının egemen bir devletin yetki alanı kapsamına giren kararlar olarak kabul edilemeyeceğini belirten Köse, "Böyle bir durum yaşadığımız çağın ruhuna uygun değildir. Uluslararası hukuk da, herhangi bir devleti bu tür adımlar atmaktan kesinlikle men eder. Örneğin çifte vatandaşlık hakkının kaldırılması gibi talepler, birden fazla aidiyet duymaya mecbur olan insanoğlunun doğasına uygun olmadığı gibi, bu tür yönlendirmelerin zorlayıcı, kısıtlayıcı ve baskıcı bir yanı da vardır. Bunun karşılığında bir tepki ve direnç gösterildiği zaman ise göçmenlerle ilgili hususların bir güvenlik ve izolasyon meselesi olarak gündeme getirilmesi, her şeyden önce ahlaki olmaktan uzaktır." şeklinde konuştu.
Alman siyasetçilerin bu tür eylem ve söylemlerinin en büyük destekçisinin Alman medyası olduğunu vurgulayan Köse, medyanın ülkede 1970'lerin ikinci yarısından itibaren Türklere ve diğer göçmenlere yönelik farklılıkları ayrıştırmaya, bölmeye ve hatta nefret suçlarının işlenmesine hizmet eden olumsuz bir dili sistematik şekilde geliştirdiğini söyledi.
Türklerin ve Müslümanların, tek biçim ve hepsi birbirinin aynı olan, değişmez ve kötü değerlere sahip insanlar olarak sunulduğunu belirten Köse, 1990'ların başında Der Spiegel'in bir haberinde, Almanya'daki ikinci ve üçüncü nesil Türk gençlerden "kenar mahallelerin saatli bombaları" olarak bahsedilmesini örnek verdi.
Aynı dergide 1996-1998 yılları arasında Türklerle ilgili çıkan haberlerin konu olduğu bir akademik araştırmada, iki yıl boyunca yayımlanan haberlerde "Türk" sözcüğünün 29 kez şiddet ve suçla, 17 kez kültürel farklılıkla, 8 kez de aşağılama ifadesiyle birlikte kullanıldığının yer aldığını hatırlatan Köse, "Durum günümüzde de farklı değil. 'Bir Türk kavgaya karıştı' ya da 'Türkler yine sorun çıkardı' gibi başlıkları Alman medyasında çok sık görmeniz hiç de zor değil. Medyanın bu tavrı geliştirmesiyle, Türk ve Müslümanlara karşı Almanya'da işlenen suçların artışında bir doğru orantı söz konusu." diye konuştu.
Federal hükümet tarafından yayınlanan Alman Polis ve Anayasayı Koruma Teşkilatları verilerine göre, Almanya'da 2017 yılının ilk altı ayında Müslümanlara ve camilere yönelik 392 saldırı gerçekleştiğini dile getiren Köse, "Müslümanlara ve özellikle de başörtülü kadınlara karşı günlük hayatta ve sosyal medya üzerinden hakaret, nefret söylemi, tehdit ve fiziksel saldırılar gerçekleştirilmektedir. Faillerin çoğunlukla cezasız kaldıklarını da söylemeliyim. İstatistiklere konu olmayan suçlar da cabası." diye konuştu.
Bu tür tavırların sınırının "ölüm" olduğunu vurgulayan Köse, 2000-2007 yılları arasında NSU örgütü tarafından sekiz Türk, bir Yunan ve bir Alman polis memurunun katledildiğini hatırlattı. Köse, çok sonradan gün ışığına çıkarılan bu cinayetlere ilişkin davada hala tatmin edici bir ilerleme ve açıklık sağlanamamasının sadece Almanya'da yaşayan göçmenler için değil, Almanlar için de tehlikeli bir durum olduğunu kaydetti.
"Türkiye ile diasporası arasına set çekme çabaları kabul edilemez"Türkiye'nin diasporasına yönelik faaliyetlerinin diğer ülkelerde olumsuz bir algı oluşturup oluşturmadığını değerlendiren Köse, her devletin diaspora politikası olduğunu, bu durumun Almanya için de geçerli olduğunu söyledi.
Doğu Avrupa'da ve eski Sovyet ülkelerinde bir buçuk milyon civarında Alman kökenli kişinin yaşadığına dikkati çeken Köse, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Yalnızca ABD'de 50 milyon Alman kökenli insanın yaşadığı ifade ediliyor. Bu kapsamda geçen sene Alman diasporasının 29 önemli çatı STK'sının temsilcisi Başbakanlıkta kabul edilmiştir. Alman diaspora temsilcileri Şansölye Merkel ile yaptıkları görüşmede, Alman dili ve Almanca eğitiminin önemi başta olmak üzere birçok konuya değinmişlerdir. Yine Federal Hükümet Ulusal Azınlıklar Sorumlusu, üç- dört sene önce bir konferansta ana dilin korunması ve bu kapsamda Almancanın Doğu Avrupa'da ve eski Sovyet ülkelerinde yaşayan Alman azınlığının kimlik dili olduğundan bahsetmiştir. Alman hükümeti Nisan 2017'de Bükreş'te, Romanya'da bulunan Alman azınlığının çıkarları için kullanılmak üzere 3,6 milyon avro destekte bulunma taahhüdü vermiştir. Romanya'daki Alman azınlığın nüfusu 60 bin civarındadır. Hatta Romanya Cumhurbaşkanı Alman azınlıktandır."
Dünya genelinde 14 ülkenin diasporalarına oy kullanma hakkı tanıdığını, hatta parlamentolarında diaspora mensupları için kontenjan ayırdığını vurgulayan Köse, "Hal böyleyken, Türkiye'nin diasporasına yönelik faaliyetleri, onun bir hakkıdır. Zira uluslararası hukuk, Avrupa sözleşmeleri ve Türkiye-AB ortaklık sözleşmesi diasporaların anavatanlarına bu hakkı vermektedir. Mesnetsiz iddialarla, Türkiye ile diasporası arasına set çekme çabaları kabul edilemez." dedi.
"Vatandaşlarımız hayatın her alanında eşit yasal ve toplumsal şartlar istiyor"Almanya'daki Türk vatandaşların çağın değerleriyle, insan haklarıyla, demokrasiyle, uluslararası hukukla ve Türkiye - Almanya ilişkileriyle uyum içinde olduğunun altını çizen Köse, "Vatandaşlarımız kendi dillerini, dinlerini ve kültürlerini koruyacakları ve özgürce ifa edebilecekleri yasal ve toplumsal şartların oluşturulmasını istiyor. Elbette ki toplum hayatının her alanında eğitimde, istihdamda ve güvenlikte tam bir eşitlik sağlayacak uygulamaların yerine getirilmesi de taleplerinin en başında." şeklinde konuştu.
Köse, bu talepleri "anadilin korunmasına yönelik hakların geliştirilmesi ve bu kapsamda çift dilli ana okullarının kurulması gibi uygulamaların desteklenmesi, siyasi seçimlerde eşit oy kullanma hakkının sağlanması, çifte vatandaşlık uygulaması önündeki engellerin kaldırılması, eğitim ve istihdam edilme konusunda karşılaşılan ayrımcı uygulamaların sonlandırılmasına yönelik politikalar geliştirilmesi, Almanya anayasasında yasaklanmış olan terör örgütlerinin faaliyetlerinden ziyade, Almanya'ya ve göçmenlere yıllar içinde büyük katkılar sunmuş Türk demokratik sivil toplum örgütlenmeleriyle iş birliğinin artırılması ve medya başta olmak üzere ayrıştırıcı ve nefret söylemlerinde bulunan odakların caydırılması" olarak sıraladı.
YTB Başkanı Köse, Türk vatandaşlarının bu taleplerinin karşılanmasının hem Almanya'daki toplumsal huzurun tesis edilmesi hem de Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin seyri açısından son derece faydalı olacağını vurguladı.
dikGAZETE.com